Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in 7 Aralık’ta başlayan 3 günlük Suudi Arabistan resmi ziyareti ve ziyaret sırasında Suudi Arabistan’la imzaladığı “kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması”, katıldığı Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi ve Çin-Körfez İşbirliği Örgütü Zirvesi, bölgede Çin varlığının daha görünür hale geleceği, Arap ülkelerinin daha özerk bir siyaset izleyecekleri, ABD’nin Ortadoğu hegemonyasının hızla sona ereceği bir dönemin gelmekte olduğunun işaretlerini vermektedir.
Xi’nin ziyaretinin; Rusya-Ukrayna savaşında Arap dünyasının Rus saldırganlığını kınamakla birlikte, ABD dayatmasına boyun eğmeyerek, Rusya’ya yaptırım uygulamayı reddettiği, ABD başkanı Joe Biden’ın OPEC’ten petrol arzının artırılması talebinin aksine üretimin günlük 2 milyon varil azaltıldığı, Körfez ülkelerinin stratejik bağımsızlık ve özerklik peşinde olduğu, ABD askeri varlığının Ortadoğu’da azaltılmasının ABD Kongresi’nde tartışıldığı bir zamanda yapılıyor olması ziyareti daha anlamlı hale getirmektedir.
Çin-Arap dünyası ilişkilerin nereye evrilebileceğini, küresel sistemde yapabileceği etkileri tahmin etmek bakımından bu iki dünyanın ilişkilerine yakından bakmakta fayda var.
Çin-Arap dünyası ilişkileri
Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist Partisi’nin 1949’da Çin’de iktidarı ele geçirmesinin ardından Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) yönetimi, 1949-1978 yılları arasında Ortadoğu ve Afrika’da ulusal bağımsızlık hareketlerine destek veren, Batılı ülkelerin emperyalist/sömürgeci politikalarına karşı Ortadoğu ve Afrika halklarının yanında yer alan bir politika izledi. 1955’de Endonezya’da düzenlenen Bandung Konferası sırasında ÇHC ilk defa, konferansa katılan Arap ülkeleriyle doğrudan ilişki kurdu.
1956’da Mısır, Milliyetçi Çin ile bağları kesip henüz BM’de resmi olarak tanınmayan Çin Komünist Halk Cumhuriyeti ile ilişkiler kurdu, ertesi yıl Arap Birliği de Çin Halk Cumhuriyeti ile resmen ilişkiye geçti. 1958’de Cezayir’deki geçiş hükümetini tanıyan Arap ülkeleri dışındaki ilk yabancı ülke Çin oldu. Filistin davasına siyasi destek verip İsrail işgaline karşı mücadele eden el-Fetih Hareketi’ne silah ve eğitim katkısı sağladı.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Çin’in resmi devleti olduğunu kabul eden 1971 yılındaki 26. BM Genel Kurulu oylamasında Arap ülkeleri ÇHC lehine oy kullandılar.
1973 Arap-İsrail Savaşı’nda Batılı devletler ve ABD İsrail’in yanında saf tutarken Çin, Arap ülkelerinin yanında yer aldı. Suudi Arabistan öncülüğünde uygulanan Petrol Ambargosu kararına destek verdi.
ABD başkanı Nixon’un 1972 Pekin ziyareti sonrasında ABD ve Çin, Ortadoğu’da Sovyet etkisini azaltmak konusunda ortak politika izlemeye başladılar. Çin, 1972-1989 döneminde Arap dünyası ile ilişkilerini anti-Sovyet ve Batı yanlısı bu politikalar çerçevesinde yürüttü. 1990 yılına gelindiğinde (Milliyetçi)Çin Cumhuriyeti ile ilişkilerini kesip Çin Halk Cumhuriyeti ile diplomatik ilişki kurmayan Arap ülkesi kalmadı.
1978 yılında Deng Xiaoping tarafından başlatılan ekonomik reform ve dışa açılım politikası ile ekonomik olarak büyüyen Çin 1993’ten itibaren artan enerji talebi dolayısıyla petrol ithalatçısı ülkeye dönüştü. Hızla, küresel enerji piyasalarının en büyük tüketicisi haline geldi. Bunun tabii sonucu olarak Ortadoğu, Çin’in ekonomik büyümesini devam ettirmesi için vazgeçilmez stratejik bir coğrafya oldu.
Çin-Arap İşbirliği Forumu’nun kurulması
Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun 2004 yılının Ocak ayında Arap Devletler Ligi’nin Kahire’de bulunan merkezine yaptığı ziyaret sırasında Çin-Arap Devletleri İşbirliği Forumu (China-Arab States Cooperation Forum /CASCF) kuruldu. Bu oluşum, Çin-Arap ilişkisi için bir kilometre taşı mahiyetindeydi. Hu Jintao, Foruma Çin’in dört teklifini sundu. Bunlardan birincisi, siyasi düzeyde karşılıklı saygıyı, adil muameleyi ve samimi işbirliğini sürdürmek. İkincisi, yatırım ve ticaret, sözleşmeli projeler, işgücü hizmetleri, enerji, ulaşım, iletişim, tarım, çevre koruma ve bilgi alanlarında işbirliği yoluyla ekonomik ve ticari ilişkilerin güçlendirilmesi. Üçüncüsü, kültürel alışverişi genişletmek. Son olarak, çalışanlar için eğitim düzenlemek.
2006 yılında Pekin’de düzenlenen forumun ikinci toplantısında Çin tarafı, Arap dünyasının meselelerine sempati duyduğunu, Filistin ile İsrail arasındaki barış sürecine ilgi gösterdiğini ifade etti ve “nükleer silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu” fikrini sundu. Devam eden toplantıların üçüncüsü 2008’de Manama, dördüncüsü 2010’de Tianjin, beşincisi 2012’de Tunus’ta, altıncısı 2014’te Pekin’de, yedincisi 2016’da Doha’da ve sekizincisi 2018’de Pekin’de yapıldı.
2010 yılı sonlarında otoriter yönetimlere halkın isyanı olarak ortaya çıkan Arap Baharı sırasında Çin, bu ülkelerde yaptığı yatırımların, enerji ve ulaşım hatlarının zarar görmemesi, bölgede yaşayan Çin vatandaşlarının korunması refleksiyle hareket etti. Çin yönetimi, bu dalgadan etkilenerek hak talebinde bulunacaklarını düşündüğü Han Çinlileri ve Uygurlara yönelik baskıcı bir uygulamaya geçti, milyonlarca Uygur’u toplama kamplarında gözetim altına alarak potansiyel terörist muamelesi yaptı.
Çin, 2014 yılında başlayan Yemen iç savaşında, savaşan güçleri destekleyen Suudi Arabistan ve İran arasında taraf tutmama politikası izledi. Zira her iki devlet de Çin’in önemli miktarda petrol ithal ettiği ülkelerdi. Pekin, savaşan taraflara ateşkes çağrısında bulundu ve uluslararası toplumu sorunu diplomasi yoluyla çözmeye davet etti. Yemen krizinde Suudları karşısına almamaya özen gösterdi.
Ancak Suriye iç savaşında Çin’in rejim yanlısı tutum sergilemesinden, Rusya’nın Suriye’ye askerî müdahalesini uluslararası teröre karşı mücadele çerçevesinde değerlendirerek desteklemesinden Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri hoşnut olmadılar. Çin’in Suriye’deki pozisyonunu gözden geçirmesi çağrısında bulundular.
12 Mayıs 2016’da Çin-Arap Devletleri İşbirliği Forumu’nun Katar’ın Doha kentinde düzenlenen yedinci bakanlar toplantısında yayınlanan Doha Deklarasyonu ile Arap ülkeleri (22 ülke), ABD’nin politikalarının zıddına, Çin’in Güney Çin Denizi konusundaki tartışmalı tutumunu haklı bulan ve destekleyen açıklama yaptılar. Bu pozisyon, Çin ile Arap dünyasının geldikleri işbirliği seviyesini göstermesi ve Hint Pasifik’te cereyan eden ABD-Çin mücadelesinde yerlerini işaretlemeleri bakımından dikkat çekiciydi.
Bir Kuşak Bir Yol İnisiyatifi ve Arap Dünyası
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından ilk kez 2013 yılında dile getirilen Bir Kuşak Bir Yol (Belt and Road/BIR) Girişimi Çin’in bütün dünya ile ilişkilerini yeniden şekillendirdiği gibi Çin-Ortadoğu ülkeleri ilişkilerini de, enerji tedariki dışında, küresel ticaretin paydaşları olarak ileri bir seviyeye taşıdı.
Deniz ve demir yollarından oluşan 6 koridordan meydana gelen Kuşak-Yol projesi kapsamında Çin mallarının Asya, Afrika, Latin Amerika, Ortadoğu ve Avrupa’ya daha hızlı, kolay ve engelsiz bir şekilde taşınması hedefleniyordu. Ticaret ve taşımacılığın öncelikli olduğu Kuşak ve Yol Girişimi halen, 6 koridor ve 65 ülkede altyapı yatırımlarının geliştirilmesine yönelik çeşitli projelerin Çin ve ilgili ülkeler tarafından ortaklaşa yürütülmesiyle devam etmektedir.
Bir bütün olarak Kuşak ve Yol Girişimi, tüm dünyadaki toplam karasal alanın yaklaşık %38’ini, toplam dünya nüfusunun %62’sini, toplam dünya gayri safi hasılasının %30’unu ve dünyadaki toplam hane halkı tüketim harcamalarının %24’ünü kapsamayı öngörmektedir.
2016 “Çin’in Arap Politika Belgesi”
2013 yılında Çin tarafından açıklanan Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nde deniz taşımacılığının can damarı Körfez ülkeleriydi.
Çin’in Orta Doğu ülkeleriyle olan ilişkilerinde iki belge, 2015 “İpek Yolu Ekonomik Kuşağı ve 21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu” ve 2016 “Arap Politika Belgesi” Orta Doğu’da enerji, altyapı inşaatı, ticaret ve yatırıma ilişkin işbirliğinin çerçevesini çizmiştir.
Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından 2016 yılında yayınlanan “Çin’in Arap Politika Belgesi” (China’s Arab Policy Paper)’nde, “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”nde Ortadoğu ülkeleri stratejik ortak olarak tanımlanarak Çin’in Arap dünyasına yönelik gelecek dönem politikası şöyle ifade edildi: “Çin ve Arap ülkeleri; geniş istişare, ortak katkı ve ortak fayda ilkesi altında “Kuşak ve Yol” girişimini ilerletmek için ortak çaba sarf edecektir. Çin ve Arap ülkeleri; enerji işbirliği, altyapı inşaatı, karşılıklı ticaret ve yatırımın kolaylaştırılarak artırılması, nükleer enerji ve uzay alanlarında pragmatik ortaklığı artırmak için “1+2+3” işbirliği modelini benimseyecektir.”
Ocak 2016’da Başkan Xi’nin Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği resmi ziyarette iki tarafın ikili ilişkileri, kapsamlı stratejik ortaklığa yükseltildi.
2022 “Yeni Çağda Çin-Arap İşbirliği Raporu”
Çin Dışişleri Bakanlığı Aralık 2022’de düzenlenen Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi ve Çin-Körfez İşbirliği Örgütü zirvesi öncesinde “Yeni Çağda Çin-Arap İşbirliği” başlıklı bir rapor yayınladı.
Raporda, Çin-Arap ilişkilerinin binlerce yıla dayanan tarihi geçmişinden başlayarak günümüz Çin-Arap dünyası ile ilişkileri ele alındı. Hem Çin hem de Arap ülkelerinin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygıyı, karşılıklı saldırmazlığı ve birbirlerinin iç işlerine karışmamayı savundukları, eşitlik ve karşılıklı yarar ve barış içinde bir arada yaşamayı benimsedikleri, her ikisinin de dış müdahaleye ve her türlü hegemonyacılığa ve güç politikasına karşı oldukları Raporda belirtildi. Raporda ayrıca, Kuşak ve Yol Girişimi’nin teşvik edilmesi, Arap ülkelerinden Çin pazarına petrol dışı ürünlerin ihracatının artırılması ve petrol, doğal gaz gibi sektörler ile nükleer enerji ve yeni enerji benzeri gelişmekte olan alanlarda Çin-Arap yatırım işbirliğinin desteklenmesi gibi gelecekteki işbirliği alanlarının geliştirilmesine vurgu yapıldı.
Zirve’de geleneksel dostluğu ilerletmek, tüm alanlarda işbirliğini derinleştirmek, medeniyetler arasındaki alışverişi hızlandırmak ve yeni dönemde ortak bir geleceğe sahip bir Çin-Arap devletleri topluluğu inşa etmek temennileri 2022 Raporunda yer aldı.
Körfez ülkelerinin en büyük ticaret ortağı Çin
Orta Doğu, Asya’yı Avrupa ve Afrika’ya bağlayan ticaret yolları ve deniz yolları üzerinde önemli bir kavşak olması sebebiyle Çin bakımından stratejik öneme haiz bir bölge olarak görülmektedir. Bütün geleceğini bağladığı Kuşak ve Yol Projesinin işlerliğini sağlamak bakımından Ortadoğu, Çin için hayati bir coğrafyadır.
Çin’in AB ve Afrika’ya yaptığı ticaretin yaklaşık %60’ının BAE limanlarından gerçekleştiriliyor olması Ortadoğu’nun bahsettiğimiz önemini göstermesi bakımından yeterli olacaktır.
Harita: Çin Bir Kuşak Bir Yol Girişimi güzergâhı
Kaynak: https://ecfr.eu/wp-content/uploads/BRI_Map.png
Bahsedilen önem dolayısıyla Çin’in Ortadoğu’ya ilgisi 2004’ten itibaren başladı, bu tarihten itibaren bölgeye odaklandı. Arap ülkeleriyle ticareti 2004’te 36,7 milyar iken 10 yıl sonra 2014 yılında 251,2 milyar dolara yükseldi, 2021’de bu rakamın 330 milyar dolara ulaşmasıyla Çin Arap dünyasının en büyük ticaret ortağı haline geldi.
ÇHC’nin beş MENA bölgesi ülkesiyle (Cezayir, Mısır, İran, Suudi Arabistan ve BAE) kapsamlı stratejik ortaklığı ve yedi ülkeyle (Irak, Ürdün, Kuveyt, Fas, Umman, Katar ve Türkiye) stratejik ortaklığı bulunmaktadır .
Çinli firmalar, Orta Doğu’da genellikle Kuşak ve Yol bağlantı hedefine uygun projelere odaklanıp Çin’i Körfez’e, Arap Denizi’ne, Kızıldeniz’e ve Akdeniz’e bağlayan limanlar ve endüstri parklarını öncelikli proje alanları olarak tercih ediyorlar. Nitekim, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Khalifa Limanı, Umman’ın Duqm Limanı, Suudi Arabistan’ın Jizan Limanı, Mısır’ın Port Said Limanı ve Cibuti’nin Ain Sokhna Limanı Kuşak ve Yol girişiminin bir parçası olarak Çinli Firmaların en yoğun ilgi gösterdikleri projeler oldu. 2005’ten 2022’ye kadar ÇHC’nin MENA bölgesindeki yatırımları ve sözleşmeleri toplam 273 milyar doları buldu.
Bölge ülkelerinde ticari nükleer reaktörler kurmak, “Dijital İpek Yolu” kapsamında bu ülkelerde uydu navigasyon sistemi, telekomünikasyon, 5G ağı oluşturmak, bölge ülkelerinin enerji çeşitlendirme politikalarına uygun olarak güneş, rüzgar ve hidroelektrik projelerinde yer almak Çinli işadamlarının ulaşım-lojistik dışında yatırım yaptığı diğer alanlar oldu.
Çin’in yapay zeka, 5G, kuantum bilgisayar teknolojisi, akıllı şehirler, yarı iletkenler, biyoteknoloji ve yeşil enerji gibi alanlarda dünyanın en iyi yüksek teknoloji üreticisi olarak bilinen ABD’yi geride bırakması ve önümüzdeki on yıl içerisinde ABD’yi diğer alanlarda da geçeceğinin tahmin edilmesi, farklı alanlara yatırım yapmak isteyen Körfezin zengin devletlerini Çin’le ortak yatırım yapmaya teşvik ediyor.
Ortadoğu ülkelerinin en büyük ticari ortağının Çin olmasının yanı sıra, bölgede yaşayan en az bir milyon Çinlinin varlığı da Çinliler ile Arapların karşılıklı olarak işbirliğini artıran ve birbirlerini anlamalarını kolaylaştıran bir unsur olarak dikkat çekmektedir.
Çin’in Körfez ülkelerine enerji bağımlılığı
Çin’in ekonomik büyümesini sürdürebilmesi bir yandan güvenilir, ucuz ve çeşitlendirilmiş enerji kaynaklarına erişimine diğer taraftan taşıma güvenliğini de sağlamasına bağlıdır.
Halihazırda dünyanın en büyük enerji tüketicisi olan Çin’in ekonomisi büyüdükçe giderek daha fazla petrol ve gaz ithalatına bağımlı hale gelmektedir. Çin’in ham petrole bağlılık oranı 2021 yılı itibariyle %72 olup ithal ettiği ham petrolün yaklaşık yarısı (%50,7) dokuz Orta Doğu ülkesinden gelmektedir.
2021 yılında Çin’in toplam 229,3 milyar dolar tutarındaki ham petrol ithalatının %92,6’sını gerçekleştirdiği 15 ülke ve bunların toplam içerisindeki payında Ortadoğu ülkelerinin sahip olduğu ağırlık aşağıdaki listede görülmektedir.
- Suudi Arabistan: 39,9 milyar dolar (%17,4)
- Rusya: 35,8 milyar dolar (%15,6)
- Irak: 23,5 milyar dolar (%10,2)
- Umman: 20,2 milyar dolar (%8,8)
- Angola: 17,3 milyar dolar (%7,5)
- Kuveyt: 14,1 milyar dolar (%6,2)
- Birleşik Arap Emirlikleri: 14 milyar dolar (%6,1)
- Brezilya: 13,8 milyar dolar (%6)
- Malezya: 7,3 milyar dolar (%3,2)
- Norveç: 5,8 milyar dolar (%2,5)
- Amerika Birleşik Devletleri: 5,3 milyar dolar (%2,3)
- Kongo: 4,1 milyar dolar (%1,8)
- Katar: 3,8 milyar dolar (%1,7)
- Birleşik Krallık: 3,7 milyar dolar (%1,6)
- Kolombiya: 3,6 milyar dolar (%1,6)
Kaynak: https://www.worldstopexports.com/top-15-crude-oil-suppliers-to-china/
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın verilerine göre Çin’in petrolde dışa bağımlılık oranın 2035’de %80‘e ve doğal gazda %46’ya ulaşacağı tahmin edilmektedir Bu tahminlere göre Çin’in Ortadoğu’dan petrol ithalatı 2035 yılında iki katına çıkacaktır.
Çin’in lojistik güvenliğini sağlama zorunluluğu
Çin’in ekonomisinin büyümesini sürdürebilmek için istikrarlı bir enerji tedarik düzeni kurma mecburiyetinde olduğu açıktır. Gerek petrol ve gaz ithalatında gerekse dünya ile ticaretinde deniz yolları Çin’in en yoğun kullandığı ulaşım hattıdır. Çin’in deniz yoluyla yaptığı petrol ithalatının yüzde 80’inden fazlası Malakka Boğazı’ndan geçerken Ortadoğu ülkelerinden gerçekleştirdiği petrol ithalatı Hürmüz Boğazı üzerinden buraya taşınmaktadır. Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi ihracatçılarının (Bahreyn, İran, Irak, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) petrollerini dış pazarlara sevk ettikleri ana deniz yoludur.
Ortadoğu’dan ham petrol tedarik hattı
Kaynak: https://tradingeconomics.com/china/exports-by-country
Zayıflayan ABD-Ortadoğu ülkeleri ilişkilerinin Çin’e sağladığı avantaj
1980 yılından itibaren ABD, “Carter Doktrini” olarak adlandıran dış politika çerçevesinde Basra Körfezini kontrol altında tutmak üzere bölgede askeri güç bulundurma stratejisine yöneldi. 1979 yılında Rusya’nın Afganistan’ı işgal etmesi ve aynı yıl İran’da meydana gelen Ayetullah Humeyni öncülüğündeki devrim, o zamana kadar bölgeden askeri olarak uzak durmayı tercih eden ABD’nin politika değişikliğine sebep oldu.
ABD, 2002 yılında ortaya attığı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile, Fas’tan Çin’e kadar bütün bir coğrafyanın –ki bu coğrafya İslâm coğrafyasıdır– siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılması, mevcut devletlerin parçalanarak, mikro-devletlere bölünmesi projesini hayata geçirdi. Bu proje ile ABD, kısa vadede Avrasya’yı kontrol etmeyi, Irak’tan başlayarak Ortadoğu’yu şekillendirmeyi, Körfez bölgesine hâkim olmayı ve uzun vadede tek başına dünya hâkimiyeti kurmayı hedefliyordu.
11 Eylül olaylarını vesile kılan ABD, bütün bu coğrafyayı kan gölüne çevirdi, Afganistan ve Irak’ı askeri olarak işgal etti. Ancak, 8 trilyon dolar civarında harcama yapmasına rağmen ABD bu projesinde başarısızlığa uğrayarak 2011 yılında Irak’tan, 2019 yılından itibaren Suriye’den ve 2021 yılında Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. Geride yıkılmış şehirler ve milyonlarca ölü ve yaralı bırakarak Müslüman halklar nezdinde korkunç bir Amerikan nefretine yol açtı.
Obama döneminde izlenen politikalarla ABD’nin Ortadoğu’da Sünni yönetimleri zayıflatmaya yönelmesi, İran’ın mezhepçi politikalarının önünü açarak Irak, Afganistan, Suriye, Lübnan ve Yemen ile birlikte Körfez ülkelerinde İran’ın güç ve nüfuz kazanmasını sağlaması, yıllarca güvenliğini ABD’ye bırakmış Arap devletleri ve halkları üzerinde ABD’nin nüfuz ve itibar kaybetmesine sebep oldu.
Artık CIA tarafından organize edildiği konusunda geniş bir mutabakat bulunan Cemal Kaşıkçı cinayeti ile bir yandan Suudi Arabistan-Türkiye ilişkilerinin tahrip edilmesi, diğer taraftan Suudi Arabistan’ın devlet olarak dünya kamuoyunda itibarsız hale getirilmesi girişimi de tersine dönmüş ve ABD’yi vurmuş durumda.
Arap ülkeleri artık, kendilerine üstten bakan, emreden hegemonik ilişkiler değil karşılıklı saygı, güven ve çıkar temelinde uluslararası ilişkiler kurmak istiyor. Çin’de mevcut haliyle bu isteğe uygun davranıyor.
Sonuç
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in 7 Aralık’ta başlayan 3 günlük Suudi Arabistan resmi ziyareti sırasında, Suud yönetimi ve diğer Arap ülkeleri ile yaptığı zirve toplantıları pek çok bakımdan önemli sonuçlar doğuracak görünmektedir.
İlk olarak, Arap ülkeleri ile stratejik işbirliğini derinleştirmesi, Çin’in Ortadoğu’dan geçen küresel ticaret hatlarını geliştirme ve enerji tedarik güvenliğini sağlama konusunda elini güçlendirecektir.
Hint-Pasifik’te kendisini çevreleme, genişlemesini önleme politikası izleyen ABD karşısında Arap dünyası ve Pakistan ile stratejik işbirliği yapması ve destek bulması Çin’i ABD karşısında biraz daha rahatlatacaktır.
Bu ilişkilerin gelişmesinden, ekonomisini enerjiye bağımlı olmaktan çıkarıp ticaretini çeşitlendirmek isteyen Arap ülkelerinin de karşılıklı olarak faydalanacağı görülmektedir.
Arap dünyası için Çin alternatifi, ABD-Batının Arap devletlerine tek taraflı olarak dayattığı hegemonik ilişkinin normalleşmesini ya da zayıflamasını muhtemelen sağlayacak, daha özerk politikalara yönelmelerini kolaylaştıracaktır. Çin’in BMGK daimi üyesi olması Arap ülkelerine dış politikalarında önemli destek sağlayabilecektir.
Bütün bunlarla birlikte, ABD’nin geçen yıl Körfezden askeri olarak çekileceğini açıklaması, Çin’in yeni bölgesel bir askeri güç olarak ortaya çıkacağı ve bölgede doğabilecek güç boşluğunu dolduracağı yönünde beklentilerin oluşmasına sebep oldu. Ancak Çin, bugüne kadar askeri hegemonik bir güç görüntüsü vermemeye özen gösterdi. Ama, konjonktürün kendisi için elverişli olduğu bir zamanda Tek Çin politikası çerçevesinde Çin’in Tayvan’ı işgal edebilecek kapasiteye sahip olduğu da bilinmektedir. Böyle bir işgalin olması ve buna ABD’nin caydırıcı bir karşılık verememesi halinde, Çin’in kuzu postundan sıyrılması her zaman mümkündür. Bu takdirde Ortadoğu yeni bir askeri hegemonya ile karşı karşıya kalabilir. Çin’in muhtemel bir Tayvan işgali karşısında, Rusya-Ukrayna savaşından ağzı yanan Batılı ülkelerin ABD’nin peşine takılarak askeri mukabelede bulunmayacakları, ambargo uygulamaya gitmeyecekleri tahmin edilebilir.
Hint-Pasifik’te, uzak olmayan bir vadede, merkezinde Çin’in olacağı sıcak gelişmelerin yaşanması hiç de sürpriz olmayacaktır. ABD’nin güçsüzlüğünün hissedildiği ve Çin’e karşı müttefiklerini koruyamayacağının anlaşıldığı bir ortamın doğması halinde, Asya’da yeni küresel ittifakların doğması kaçınılmaz olacaktır. Yeni ittifakların, hızla bir araya gelmekte olan İslam dünyası çevresinde oluşması en muhtemel gelişmedir.
Gelişmelere Türkiye açısından bakılacak olursa; Kuşak ve Yol Girişimi’nin karayolu hattı Türk Devletler Teşkilatı coğrafyasından geçip Türkiye üzerinden Avrupa’ya vasıl olmaktadır. Deniz İpek yolu da gerek Basra Körfezi’nden geçsin gerek Kızıldeniz’i takip ederek Doğu Akdeniz’e ulaşsın bütün bu güzergâhlar Türkiye’nin ilgi ve kontrol alanındadır. Dolayısıyla, Kuşak-Yol koridorlarının güvenliği ve tedarik zincirinin devamlılığı konusunda Türkiye her hâlükârda söz sahibi olma konumundadır. Gerek Orta Asya ve Kafkasya’da gerekse Ortadoğu’da, içinde yer aldığı hızla şekillenen bölgesel ittifaklara dayalı yeni dünya düzeninde Türkiye her oluşumda ve krizde gerek doğrudan gerekse müttefikleri üzerinden etkisini sürdürmeye devam edecektir.
Öte yandan, Çin-Arap devletleri zirvesi sırasında, Çin’in Uygurlara yaptığı baskı ve zulmün resmi olarak gündeme getirilmemesinin İslam dünyasında ciddi rahatsızlıklara sebep olduğunun da not edilmesi gerekmektedir. Bu duyarsızlık görüntüsü Arap devletlerinin ciddi manada eleştirilmesine neden olmuştur.
Hint-Pasifik bölgesinde ABD tarafından çevrelenen Çin’in destek bulacağı yer İslam ülkeleridir. Ancak, Çin’in en büyük handikapı Müslüman Uygur halka uyguladığı baskı politikasıdır. Uygurları yok etmeyi esas alan bu politikayı terk etmediği müddetçe bu konu Çin için ayak bağı ve baş ağrısı olmaya devam edecek, Müslümanların nefretini körükleyecektir.
Yararlanılan kaynaklar:
Çin Dış Politikasında Ortadoğu’nun Değişen Konumu: Arap Baharı Sonrası Bölgesel Gelişmeler Üzerinden Bir Analiz
China-Arab Relations: From Silk to Friendship
China-Arab report stresses mutual respect and opposing hegemony as first summit approaches
https://www.globaltimes.cn/page/202212/1281006.shtml
China’s great game in the Middle East
https://ecfr.eu/publication/china_great_game_middle_east/
How Is China’s Energy Footprint Changing?
China Prioritizes Short-Term Energy Security: Implications for Sino-Middle East Relations
2 Choke Points That Threaten Oil Trade Between The Persian Gulf And East Asia
*Bu yazı 12/12/2022 tarihinde SDE web sitesinde yayınlanmıştır.
https://www.sde.org.tr/sinan-tavukcu/genel/cin-devlet-baskaninin-arap-dunyasini-ziyareti-ve-kuresel-degisime-dair-isaretler-kose-yazisi-29296