Okuma Süresi: 5 dakika

1,4 milyarlık nüfusunun yüzde 14’ünü (yaklaşık 200 milyon) Müslümanların oluşturduğu Hindistan’da, ırkçı Hindu grupların Müslümanlara yönelik fiili saldırıları, iktidardaki BJP partisi mensuplarının kullandığı İslam karşıtı nefret ve şiddet dolu ayırımcı söylemler, eyalet yönetimlerinin Müslümanların binalarını hukuka aykırı biçimde buldozerlerle yıkma politikası, mevcut Narendra Modi hükümetinin bu saldırılar ve uygulamalar karşısındaki duyarsızlığı sadece Hindistan Müslümanlarının değil diğer İslam ülkelerinin de sert tepki göstermelerine sebep oldu.

Modi Hükümetinin iktidarda kalmak uğruna göz yumduğu/desteklediği toplumun bir kesiminin diğerine karşı uyguladığı şiddete rıza gösterme politikası, Hindistan için önü alınamaz gelişmelere yol açma tehlikesini barındırmaktadır.

Bu yazımızda Müslümanlara yönelik BJP iktidarının ayırımcı politikalarını ele alacağız.

Hindistan’da yükselen ırkçı siyaset

Halen iktidarda bulunan Bharatiya Janata Partisi (BJP), 1980 yılında kurulmuş olup 1990’lı yıllardan itibaren Hindistan siyasetinde ağırlığını hissettirmeye başladı. Parti, Hindistan’ı bir Hindu ülkesi olarak tanımlayan ve Hindu üstünlüğünü savunan, Müslümanları kovulması gereken istilacılar olarak gören faşist Rashtriya Swayamsevak Sangh (RSS) örgütü ile aynı ideolojik köklere sahiptir.

2014 yılında (aldığı %31,3 oyla 543 milletvekilliğinin 282’sini kazanan) Narendra Modi’nin başbakanlığındaki BJP hükümeti, Hint ırkçı hareketi RSS’nin görüşlerini hükümet politikası haline getirdi. Faşist “Hindutva” ideolojisinin siyasete hakim olmasıyla bütün bir Hindistan, halklar ve inançlar arasında yoğun bir çatışmanın yaşandığı, devlet şiddetinin her yerde egemen olduğu sert, tahammülsüz bir döneme girdi.

Modi yönetimi ayrılıkçı uygulamalarına yönelik eleştirileri, Hindistan’ın dünyanın en büyük laik demokrasisi olduğu, ülkede insan hakları ihlalinin söz konusu olmadığı, azınlıklara yönelik sert uygulamaların terörle mücadele kapsamında bir iç mesele olduğu propagandası ile gözden kaçırmaya çalıştı.

2019 seçimlerini de (%37,4 oyla 543 milletvekilliğinin 303’ünü elde ederek) kazanan BJP hükumeti, Hindu milliyetçiliğinin dozunu artırarak Müslüman çoğunluğun yaşadığı Cammu ve Keşmir’in özerkliğine son verdikten sonra, “Yeniden Yapılanma Yasası” ile Cammu ve Keşmir’in bütünlüğünü de ortadan kaldırdı.

Modi Hükümeti, peşinden “Vatandaşlık Değişikliği Yasası” ve “Ulusal Vatandaş Kaydı Yasası” ile vatandaşları arasında net bir inanç ayrımı yapmaya yöneldi. Bu düzenleme, Müslümanları ikinci sınıf vatandaş haline getirerek gettolaşmaya mahkum etme ve RSS’nin yükselen Müslüman karşıtı propagandaları ile bütün bir ülkede Müslümanlara yönelik toplu şiddetin bahanesini oluşturacak gelişmelerin hukuki zeminini hazırladı.

Nitekim, geçmişte Müslümanlara toplu şiddet ve katliamın uygulandığı, binlerce Müslümanın öldürüldüğü olaylar hafızalarda canlıydı. 1992 yılında, Uttar Pradeş eyaletinde bulunan antik Ayodhya kenti içinde bulunan ve Babür İmparatorluğu döneminde inşa edilen, “Güney Asya’nın Ayasofya’sı” olarak bilinen Babri Camisi’nin Hindularca yıkılması sırasında çıkan çatışmalarda 2 bine yakın kişi ölmüş, 5 binin üzerinde de yaralanmıştı.

Bu çatışmadan on yıl sonra 2002 yılında da, Narendra Modi’nin başbakanlık yaptığı Gujarat Eyaleti’nde Müslüman katliamları yaşandı. Tahrik edilen Hindu topluluklar tarafından Müslüman ailelerin yaşadığı evlerin yakılması sonucu kadın ve çocuklar yanarak can verdi, yaklaşık 2.000 kişi öldürüldü.

İdarenin Müslüman katliamlarına duyarsız kalması benzer gelişmelerin yaşanabileceğine dair korkuları beslemektedir.

PJP iktidarı ve Müslümanlara yönelik şiddet

PJP’nin 2019 yılında ikinci defa iktidar olduğu dönemde Müslümanlara yönelik nefret söylemi ve şiddette yükseliş yaşandı. Ülkedeki Müslüman kimliğini yok etmek üzere İslami isimler taşıyan birçok yerleşim yeri, cadde, sokak ve yapının ismi değiştirilip yerlerine Hindu isimler konuldu.

Müslümanları taciz etmek üzere Hindu grupların eylemlerine sıklıkla rastlanmaya başlandı. Hindu kızlarıyla evlenen Müslüman erkekler ölümcül saldırılara uğradılar.

2020’nin Şubat ayında “Vatandaşlık Değişikliği Yasası”nı protesto eden başkent Delhi’deki Müslümanlar Hindu grupların saldırısına uğradı. Saldırganlar şehirdeki 16 cami, 4 medrese, 2 Müslüman mezarlığını tahrip ettiler, yüzlerce Müslümanın ev ve dükkanlarını yaktılar. Hükümetin sessiz kaldığı şiddet olaylarında 53 kişi hayatını kaybetti, 200 kişi yaralandı, 2.000’den fazla kişi de tutuklandı. Delhi Azınlıklar Komisyonu tarafından yayınlanan 130 sayfalık “2020 Şubat Kuzeydoğu Delhi Ayaklanmaları Araştırma Komitesi Raporu”[1] nda Müslümanlara uygulanan ayrımcı politikaların yoğun insan hakları ihlallerine yol açtığı bildirildi.

2021 Aralık ayından itibaren bazı eyaletlerde başörtüsü yasaklandı. Karnataka eyaletinde bir grup okulda başörtü takan öğrencilere müdahale etti. Eyalet Yüksek Mahkemesi, başörtüsü takmanın İslami bir “esas” olmadığı gerekçesiyle okullarda Müslüman öğrencilere getirilen başörtüsü yasağına onay verdi. Başörtüsü yasağı Hindistan genelinde protestolara ve şiddetli çatışmalara yol açtı.

Hindistan’ı Hindu kimliği üzerinden yeniden inşa etmek isteyen Modi yönetimi, Babri Camii’nin yerine inşa etmek üzere, 5 Ağustos 2020’de Hindu Ram Tapınağı’nın temelini attı.

Müslüman dünyayı ayağa kaldıran açıklamalar

3 Haziran 2022 günü, BJP Sözcüsü Nupur Sharma ve Yeni Delhi Medya Başkanı Naveen Kumar Jindal’in bir televizyon tartışması sırasında Hz. Muhammed ve eşi Hz. Aişe’ye karşı hakaret içeren ifadeler kullanması Müslüman halkı öfkelendirdi. Hindistan’ın en kalabalık eyaletleri Uttar Pradesh ve başkent Delhi de dahil olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde Cuma namazından sonra protestolar düzenlendi.

BJP sözcüsünün İslam aleyhtarı açıklamaları sadece yerli halkın tepkisi ile sınırlı kalmadı. Hindistan’ın önemli ticaret ortakları olan Katar, Suudi Arabistan, BAE, Umman, İran başta olmak üzere pek çok Müslüman ülke ile İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) da açıklamayı protesto ettiler.

Bu tepkiler üzerine Hindistan Dışişleri Bakanlığı, yorumların hükümetin görüşlerini yansıtmadığını açıkladı, Nupur Sharma’nın görevine son verilirken Yeni Delhi Medya Başkanı Jindal da partiden ihraç edildi. 

Müslüman Devletlerin, bilhassa Körfezi ülkelerinin tepkisinin Hindistan yönetimini şimdilik frenlediği görülüyor. Bunda Körfez ülkeleri ile Hindistan arasındaki ekonomik ilişkilerin ciddi tesiri olduğu muhakkak. Zira;

-Körfezi ülkeleri, Hindistan’ın ham petrol ithalatının yaklaşık üçte ikisini karşılıyor.

-Körfez Ülkeleri, Hindistan’ın en büyük ticaret ortağı ve toplam ikili ticaret 2018-19’da 121,33 milyar ABD doları olup Hindistan’ın toplam ticaretinin yüzde 14,4’üne tekabül ediyor. 2018-19’da Hindistan’ın bölgeye toplam ihracatı 41,62 milyar ABD doları, bölgeden yapılan toplam ithalat 79,71 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş durumda.

-Ağırlıklı olarak BAE ve Suudi Arabistan’da olmak üzere milyonlarca Hintli gurbetçi (2020 yılı itibariyle 9,3 milyon) Orta Doğu’da yaşıyor. Bunlardan Hindistan’a her yıl on milyarlarca dolar geliyor.

-Körfez, zengin Hindistan diasporasının da en büyük ev sahiplerinden. 13 Hint dolar milyarderi BAE’de yaşıyor.[2]

Bu ilişkiler ve Körfez ülkelerinin sert tepkisi, muhtemelen Hindu milliyetçisi Modi hükümetinin ülke içinde Müslümanlara yönelik ayırımcı ve dışlayıcı politikasını yumuşatmasını sağlayabilecek. Körfez Ülkelerinin son dönemde İslam Dünyası ile yakınlaşması ve ortak politikalar izlemeye başlamasının bu ülkeleri uluslararası alanda daha etkili hale getirmesi bekleniyor.

Hindistan’ın kaos üreten kast yapısı

Hindistan’ın karmaşık ve sınıflı toplum yapısı, sınıflar arası hiyerarşi pek çok sosyal problemin kaynağı durumundadır. Doğumla birlikte toplumda kazanılan statü ölüme kadar devam etmekte olup sınıflar arası geçiş ve evliliğe fazla rastlanmamaktadır.

Hindistan’da, Hindu inanışından kaynaklanan dört temel kast grubu bulunmaktadır: Brahmanlar (din adamları), Kshatriyalar (askerler-yöneticiler), Vaisyalar (tüccarlar) ve Sudralar (hizmetçiler-köylüler).

Bu hiyerarşinin dışında Dalitler (dokunulmazlar) denilen alt bir tabaka daha vardır. 230 milyonluk Dalitler topraksız emekçilerdir, toplumun dışkı pisliğini temizleme, ölüleri defin gibi kirli görülen çeşitli işleri yapmakla görevlendirilmişlerdir. Dalitlerin üst sınıfların işkence, tecavüz ve keyfi tutuklamalarına maruz kalmaları Hindistan’da sıradan hadiselerdir.

120 milyon Adivasisler (yerel halklara dayalı aşiretler) de Hindu kast sisteminin dışında kalan bir diğer alt gruptur. Çoğunluğu animist inanca sahip, ormanlarda ve kırsalda yaşayan bu halkın çoğu, hükümet politikaları ile zaman içinde mülksüzleştirilmiş olup yoksulluk sınırının altında hayat sürdürmektedirler.

Adivasis ve Dalitlerin dışında, 200 milyon Müslüman da Hindularla eşit olmayan şartlarda hayatını sürdürmeye çalışıyor, hükümetin desteklediği aşırı Hindu grupların baskısıyla ya dinlerini değiştirmeye yada ülkeyi terk etmeye zorlanıyorlar.

“Buldozer adaleti”

Son dönemde Müslümanlara yönelik baskının, sindirmenin, yok etmenin bir aracı olarak buldozerlerin sahneye çıktığı görüldü ve toplu ceza uygulaması aracı olarak rol aldı.

Yerel yetkililer, Hindularla yaşanan şiddet olaylarına katıldıkları gerekçesiyle ya da kendilerine ve dinlerine yönelik saldırıları protesto etmeleri sebebiyle Müslüman evlerini ve dükkanlarını buldozerlerle yıkmaya başladılar. Bunun tipik örneği Hindistan’daki Refah Partisi lideri aktivist Javed Muhammed’in evini yıkılmasıydı.

Buldozer, Hindistan siyasetinde artık bir simgeye dönüşmüş durumda. Müslüman azınlığa karşı Hindu milliyetçiliğinin hukuku umursamayan ezici, yok edici politikasını simgeliyor.

Bu simgeleştirmenin bir tezahürü olarak, İktidardaki BJP’nin üyesi olan Müslüman karşıtı Uttar Pradesh başbakanı Yogi Adityanath’a ırkçı Budistler “Bulldozer Baba” takma adını verdiler. Buldozerler, seçim kampanyası sırasında öne çıktı ve zafer geçit töreni için de kullanıldı.[3]

Yerel yöneticiler, yapıların yasa dışı olduğunu öne sürerek yıkımların hukuki olduğunu savunmaya çalışıyorlarsa da, pek çok yapının imar hukukuna aykırı olduğu Hindistan’da benzer konumda bulunan evlerden yalnızca protestolara katılan Müslümanların evleri ön bir bildirim bile yapılmadan yıkıma maruz kalıyor.

Sonuç

ABD’nin Asya-Pasifik stratejisini hayata geçirmek için Çin’e karşı stratejik ortak ilan ettiği Hindistan, kendisine duyulan bu ihtiyaç sebebiyle insan hakları ihlalleri konusunda dış dünyayı pek umursamıyor. Çin’deki Uygur Müslümanlarına yapılan zulme karşı son derece duyarlı olan Batı dünyası da, Hint Müslümanlarına uygulanan ayrımcı, şiddete prim veren Hindistan devlet politikaları karşısında kulağını tıkamış durumda. Hindistan halkının yaklaşık %40’nın eşit olmayan şartlarda yaşaması Batılı ülkeleri pek rahatsız etmiyor.

Ancak, 200 milyonluk bir halkı inançları dolayısıyla dışlayan, şiddete maruz kalmalarına göz yuman yönetimin bu politikanın sürdürülemeyeceğini bilmesi gerekir. Mağdurların hak ve hukuklarını kendilerinin korumaya mecbur kaldıklarını düşünmeye başladıkları zaman, devlet otoritesinin zaafa uğradığı, çözülmenin başladığı tehlikeli bir dönemin başlangıcıdır.

Bu katı ve acımasız politikalar, uygulamalar, yıllardır kangren olarak devam edegelen Keşmir sorunu ile bütünleşerek Hindistan’ı parçalamaya götürecek bir sonuçla karşı karşıya bırakabilir. Hatta, tüm Hint kıtası Müslümanlarını birleştirerek Hindistan’ı baştan aşağı kuşatıp çok zor duruma düşürebilir. Söz konusu ihtimaller veya öngörülerin gerçekleşme durumu küçümsenmeyecek derecede yüksektir.

Dipnotlar

[1] Hindistan’da Müslümanlara uygulanan ayrımcı politikalar yoğun insan hakları ihlallerine yol açıyor

https://www.aa.com.tr/tr/info/infografik/19599

[2] Twin Crises in the Gulf: Implications for India

https://www.orfonline.org/wp-content/uploads/2020/04/ORF_Special_Report_105_GulfCrises.pdf

[3] What is ‘bulldozer justice’? Why Indian authorities are demolishing homes

https://www.abc.net.au/news/2022-06-16/india-bulldozer-politics-justice-muslim-protesters-bjp/101147882

Kategoriler: Yazılar