Okuma Süresi: 8 dakika

2009 yılında hükûmetin başlattığı Açılım Politikası (Çözüm Süreci diye de adlandırılmaktadır) ile eski Türkiye’nin inkarcı ve asimilasyoncu politikaları terk edilerek, Kürtlerin kültürel haklarına kavuşmasını, Kürtlerle Türklerin demokratik biçimde birlikte yaşamasını hedefleyen bir çözüm projesi yürürlüğe konuldu. Devlet görevlilerinin İmralı’da Abdullah Öcalan ile yürüttüğü diyalog çerçevesinde, ilk defa Türkler ve Kürtler kendi inisiyatifleri ile, barış içinde bir arada yaşamanın yollarını ve pratiğini oluşturma yolunda mesafe kaydediyordu.

Sürecin yerli ve milli olarak yürüyor olması, Kürt-Türk ortak yaşama iradesinin referansının bin yıllık İslami geçmişe dayandırılması, sürece dış unsurların müdahil olmasına izin verilmemesi, iç ve dış pek çok unsuru rahatsız etmeye başladı. Açılım Süreci’ni sabote etmek için uluslararası aktörlerin desteği ile “Rojava Devrimi” ortaya sürüldü.

HDP/KCK hattı, Açılım Süreci’nin başarısı ve silahların bırakılması için Türk Devleti’nin Rojava’nın özerklik statüsünü kabul etmesini ön şart olarak ileri sürmeye başladı. Böylece, Kürt meselesinin çözümünde yeni bir karşı strateji ile, çözüm sürecinin başarısı Türkiye dışındaki oluşumlara bağlandı.

Öcalan’ın Nevruz Mektupları:

Çözüm’ün Referansı Bin Yıllık İslami Geçmiş

2013 yılı Nevruz’unda Diyarbakır’da okunan Abdullah Öcalan’ın mektubunda Türk-Kürt kardeşliği ve birlikte yaşama iradesi şu cümlelerle ifade ediliyordu:

“Saygıdeğer Türkiye halkı, bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında bu kardeşlik hukukunda, fetih, inkar, red ve imha yoktur, olmamalıdır.”

Aynı mektupta, “yakın tarihte Misak-ı Milli çerçevesinde, Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı’nın derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz”sözleriyle Kürtlerin ve Türklerin ortak coğrafyasına atıf yapılıyordu.

Öcalan’a göre, Kürtlere karşı sürdürülen son yüzyılın baskı imha ve asimilasyon politikaları, halkı bağlamayan, kapitalist modernitenin ürettiği iktidar elitinin işiydi. 2014 Nevruz’unda okunan mektubunda da, bütün bölgedeki vesayet düzenlerini “Uluslararası Gladyo hâkimiyeti” olarak adlandırıyordu.

2015 Nevruz mektubunda, kapitalist emperyalizmin genelde son iki yüz yıllık, özelde son yüz yıllık sömürgeleştirme gerçeğini şöyle açıklıyordu: “Ulus devlet milliyetçiliği temelinde etnik ve dini kimlikleri özüne ters biçimde içe doğru kapatıp birbirlerine düşman etmek, yani böl-yönet politikasına uygun olarak varlığını acımasızca günümüze kadar sürdürmek!”

Abdullah Öcalan 2014 Nevruz mektubunda, kapitalist emperyalizmin ürettiği Uluslararası Gladyo düzeninden çıkış için Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak, Türkleri ve Kürtleri kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik bir modernizm inşa etmeye çağırıyor ve bu demokratik modernizmin referansını kadim dinlerde gösteriyordu: “Ortadoğu halkları kökleri üzerinden yeniden doğmak ve ayağa kalkmak istiyorlar. Bu Nevroz hepimize yeni bir müjdedir. Hz Musa, Hz İsa ve Hz Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler bugün yeni müjdelerle harekete geçiyor. İnsanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.”

Laik Kürtler Öcalan’ın Dini Referanslarına tepki gösterdiler

Heyecanla beklenen 2013 Nevruz mektubu, laik (hatta din karşıtı olan) yönetici Kürt elitlerinde soğuk duş etkisi yaptı. Türk-Kürt halklarının barış ve kardeşliğinin referansının bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşam, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayandırılmasına tepki gösterdiler.

Başbakan Erdoğan’ın Irak Federal Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’yi Diyarbakır’a davet etmesi ve 16 Kasım 2013’te Barzani’nin “Ortadoğu’da artık birlikte yaşama günü gelmiştir. Savaşlar denendi, kimse savaştan bir hayır görmedi. Barış temeli artık atılmıştır. Sayın Erdoğan’a teşekkür ederiz, cesaretle bu adımı attı. Kürt kardeşlerime sesleniyorum, barış projesini desteklesinler. Barışa verilecek savaş zor bir savaştır. Barış yolu ne kadar uzun olsa da bir sene savaşmaktan daha iyidir. Biz tüm gücümüzle barış sürecini destekliyoruz. İnanıyoruz ki barış süreci sonuca varacaktır.” sözleriyle ortaya çıkan Türk-Kürt ittifakı görüntüsü de, gerek PKK gerekse Barzani ile mücadele halinde olan Suriye PYD’si hattında rahatsızlık meydana getirdi. PKK/KCK içindeki Kürtlerin çözüme bakışında farklılıklar ve itirazlar ortaya çıkmaya başladı.

KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık yaptığı muhtelif açıklamalarda, çözüm sürecine ABD’nin “üçüncü taraf” olarak katılmasını istemeye başladı. Bu talep, çözüm sürecine ve Kürt meselesine ABD’yi dâhil etme projesiydi. Ancak, bu talep kabul edilmedi. Geri çevrilen bu talebe, ABD Suriye üzerinden müdahil oldu ve “Rojava Devrimi (!)” üzerinden süreci sabote etmeye yöneldi.

2013 Nevruz’un da “Silahlı mücadele dönemi bitti, siyasi mücadele dönemi başladı” diyen ve İmarlı ziyaretlerinde devamlı “Silah miadını doldurdu. Kürt hareketi yoluna demokratik siyasetle devam edecek” diyen Öcalan’ın bu talebine, Kandil hattı silahı bırakmayı reddederek ve Türkiye’yi savaşla tehdit ederek karşılık verdi. Artık Kürt siyasetinde, Öcalan+Barzani ve PKK/PYD ittifakı ile temsil edilen iki ayrı çizgi belirmeye başladı…

Çözüm Süreci’ne Karşı Rojava Devrimi

Suriye halkının %10-15’ine tekabül eden ve yaklaşık 2 milyon civarında olduğu tahmin edilen Suriye Kürtleri, savaşın başından itibaren üç yapı altında temsil edildiler. Bunlardan, Barzani’ye yakın olan 15 parti KUK (Kürt Ulusal Konseyi) şemsiyesi altında bir araya geldi. KCK/PKK çizgisinin Suriye’deki temsilcisi durumundaki PYD, Esad rejimine yakın olan Ulusal Koordinasyon Kurulu (UKK) içinde kaldı. Bu iki yapı içerisinde yer almayan bir kısım Kürtler ise, diğer muhalif unsurlarla birlikte Suriye Ulusal Konseyi (SUK) içinde yer aldılar.

Rejimle işbirliği yapan PYD, rejim aleyhtarı gösteri yapan diğer Kürtleri sindirmek üzere şiddet eylemlerine başvurdu. KUK’a mensup pek çok Kürt muhalif kaçırıldı ya da öldürüldü. Esad rejimi, 2012 Temmuz’undan itibaren hâkimiyetini devam ettiremeyeceğini gördüğü Suriye’nin kuzeyinden çekilerek buraların hâkimiyetini işbirliği yaptığı PYD’ye devretti. PYD’nin silahlı kanadı YPG, 19 Temmuz’dan itibaren hükümet kuvvetleri ile hiçbir çatışmaya girmeden, Kobani, Afrin, Amûdê, Derbasiye, Serekani ve Derik gibi yerlerde hükümet binalarını ele geçirdi. Bölgede hâkimiyetini tesis eden YPG, Barzani yönetimi ile birlikte oluşturdukları Kürt Yüksek Konseyi kararlarını tanımadığını açıkladı ve Suriye’deki Kürt Ulusal Konseyi (KUK) ile işbirliğine son verdi. Kendilerine itaat etmeyen Kürtleri Barzani bölgesine göçmeye zorladı.

PYD, 2012 Kasım ayında “Rojava Genel Yönetimi Kurucu Meclisi”ni kurdurdu. Yönetim, Rojava’yı Afrîn, Kobanî ve Cizîr olmak üzere üç kantona ayırdı. Bu oluşum “Rojava Devrimi” olarak takdim edildi. KUK içinde faaliyet gösteren örgüt ve gruplar bu yönetimin dışında bırakıldı. Dışlanan KUK, Suriye Muhalefeti Ulusal Koalisyonu (SUK) içinde yer aldı.

Rojava Devrimi (!) ni Türkiye’ye İhraç Etme Projesi ve Bir Asparagas Haber

HDP/KCK (PKK) çizgisi, tüm Kürtlerin temsilcisi rolünü Kürt kamuoyunda oluşturmak ve kendisine biat etmeyen Kürtleri diskalifiye etmek için çokça algı operasyonu ve yalan haber üretme stratejisi izledi. Bunlardan en çarpıcısı, 2013 Ağustos’u başında İran’ın El Âlem televizyonu tarafından servis edilen, El Nusra Cephesi militanlarının Tel Abyad’a bir baskın düzenleyerek 120 çocuk ve 330 kadını öldürdüğüne ilişkin haberlerdi. Rusya’da, resmi ağızlardan, bu haberleri doğrulayan açıklamalarda bulundu. İran tarafından üretilen bu haber, “Rojava’da Katliam Var!” manşetleri ile bir kısım Kürt siteleri tarafından Türkiye’ye taşındı. Başta Özgür-Der ve İHH olmak üzere, Suriye direnişine destek veren İslami kesimlere karşı psikolojik bir savaş başlatıldı. PKK militanları bu dernek şubelerine saldırılarda bulundular.

Mesut Barzani’nin talimatı ile, Kürt Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi’nin görevlendirdiği 9 kişilik heyet bu katliam haberlerini 19-25 Ağustos tarihleri arasında Rojava’da araştırdılar ve hazırladıkları raporu kongreye sundular. Rapora göre, Rojava’da Kürtlere yönelik katliam gerçekleştirildiğine dair hiçbir belge bulunmamıştı ve haberler asparagastı. Ama, İran ve Rusya desteğindeki bu asılsız kampanya hedefine ulaşmıştı. PYD, bu uluslararası tezgahtan sonra, Suriye’deki Kürtleri cihatçıların katliamından koruyan yegâne güç olarak takdim edildi. Kürtleri katleden cihatçıların Türkiye tarafından desteklendiği ve Kürtlere karşı kışkırtıldığı, Türkiye’nin Kürtlerin düşmanı olduğu, Açılım Süreci’nin bir oyalama taktiğinden ibaret olduğu, Barzani’nin bir Türk işbirlikçisi olduğu tezleri işlenmeye başladı. Böylece, Açılım Süreci’ni Rojava üzerinden sabote etme stratejisi hız kazandı.

Kobani Efsanesi

2014 Temmuz ayında, İŞİD’in Kobani (Ayn El Arap)’ye yönelik saldırıları ile birlikte, Rojava Devrimi ve Kobani direnişi Türkiye Kürtlerinin birinci gündemini oluşturmaya başladı. Sadece Kürtlerle değil, Araplara, Şiilere ve Esed yönetimine karşı savaşan muhalif İslamcı guruplara da saldıran İŞİD’in Türkiye ve AK Parti hükumeti tarafından desteklendiği,  silahlandırıldığı tezi ısrarla işlenmeye devam edildi. Kobani’den kaçan 140 bin Kürd’e kucak açmasına, yaralanan PYD militanlarını Türkiye’de tedavi etmesine, Peşmerge’nin Türkiye toprakları üzerinden Kobani’ye yardıma gitmesine izin verilmesine rağmen, bu iddialar Kürt kamuoyu tarafından kabul gördü. Gezi olayları sırasında Kürtleri yanına çekemeyen üst akıl, bu algıyı güçlendirmek için güçlü medyası ile sürekli yayınlar yaptı, Paralel yapının MİT tırları operasyonları ile bu iddialar güçlendirilmeye çalışıldı. Hedef, Açılım Süreci’ni başarısız kılmaktı…

Kobani olayları sırasında bir yandan İŞİD destekçisi Türkiye algısı işlenerek Kürt düşmanı Türkiye imajı oluşturulurken, diğer taraftan Kürtlere ve solculara bir Kobani Direnişi efsanesi üretildi. Halbuki, Ekim ayına gelindiğinde Kobani’ye bağlı 354 köyün 350’sini İŞİD ele geçirmiş, şehir merkezinin ise % 85’i YPG’nin elinden çıkmıştı.  Ortada efsane bir direniş olmadığı gibi, Türkiye’den yardıma giden PKK militanlarının çatışmalardan kaçarak geri döndüğü görülmüştü. 2014 Ekim ayının sonunda ABD, Fransa ve Ürdün kuvvetlerinin oluşturduğu hava saldırısı ile Barzani ve ÖSO kuvvetlerinin müdahalesi sonucunda İŞİD bölgeden çıkartıldı. Geriye, koalisyon güçlerinin kurtarıcı hava bombardımanı ile yerle yeksan olmuş bir Kobani kalmıştı.

Ama gerek batı medyası, gerekse algı oluşturmada ustalaşmış PKK/PYD çizgisindeki Kürt medyası Kobani’den bir kahramanlık destanı üretmesini becerdi. Hatta PKK/PYD’nin, bu zaferi kendine mal etmek adına, kendisine askeri yardıma gelen Barzani peşmergelerini aşağılayan bir dil kullanması sonucu Kürt dayanışması yerini düşmanlığa bıraktı. Yıkılmış bir Kobani’den tüm sol unsurların da yuvalanacağı sol/laik bir devletçik kurma rüyası hayata geçirilmiş, ABD sahada kendisi için mücadele edecek kahramanları bulmuştu.

PKK/PYD ABD’de

2013 Ekim ayı sonunda, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’nin Washington’da düzenlediği ‘Kürtlerin Orta Doğu’da Rolü’ başlıklı konferansta konuşan Selahattin Demirtaş, Batı dünyası ve ABD’ye ‘Kürtleri doğrudan destekleyen ve muhatap alan’ bir politika izlemeleri çağrısı yaptı. Diğer Kürt siyasetçi ve uzmanlar da Kürtleri, Suriye’de radikal unsurlarla mücadele eden, laik karakteri ve çoğulculuğa saygısıyla Ortadoğu’da gerçek bir ‘model’ oluşturabilecek Batı müttefiki bir halk olarak takdim ettiler ve ABD tarafından desteklenmesini talep ettiler. Vize alamadığı için Konferansa videokonferansla katılmak zorunda kalan PYD lideri Salih Müslim, Avrupa ve Amerika’yı Kürtleri yalnız bırakmakla eleştirdi.

Bu konferansın ardından, ABD de, Kürtleri müttefik olarak görme ve Kürtlerin Suriye kuzeyine yayılma projelerine askeri destek verme eğilimi ortaya çıktı. 2014 Eylül’ünde Demirtaş’ın “Ortadoğu’da Yeni Kürt Realitesi” başlıklı konferansa katılması ve Türkiye’ye döner dönmez dindar Kürtlere yönelik 6-8 Eylül provokasyonunu yapması sonucu 52 kişinin öldürülmesi, ABD-Kürt ilişkilerin yeni boyutunu gösterdi. Laiklik şampiyonu HDP/KCK hattı, kendi içlerindeki dindarlara bile yaşama hakkı vermeyecekti…

ABD’nin Kürtlere Verdiği Rol

CIA eski Direktörü Michael Hayden Almanya’da yayımlanan “Dıe Welt“ gazetesine verdiği 09.07.2015 tarihli röportajda; “Bana göre Kürtler bizim en önemli müttefikimiz. Öyle de kalacaktır. Çünkü Rojava’daki koalisyon onların çıkarınadır… Suriye ve Irak’ın eski haline geleceğine inanmıyorum. Başka alternatifler bulmamız gerekiyor. Bu nedenle Kürtler’in doğrudan silahlanmasını destekliyorum.” sözleriyle ABD’nin bölgedeki müttefikinin Kürtler olacağını ilan etmişti.

Michael Hayden röportajında, “Bu savaşın İslam’la ilgili bir savaş olmadığını söylemek yanlış olur. Her yönden İslam’ı ilgilendiren bir durum ve burada bize düşen ılımlı İslam’ı savunanları desteklemek.” diyerek, Kürtlerin yeni rolünü tarif ediyor, rol modeli olarak seçimle iş başına gelen Mısır cumhurbaşkanı Mursi’yi askeri darbe ile deviren ve bu sırada sivil katliamlar yapan General Sisi’yi gösteriyordu.

Kürtlere teklif edilen İslami hareketlere karşı mücadele etme rolünü satın almış gözüken HDP, 7 Haziran seçimlerinde bütün laik unsurların partisi olarak kendini takdim etmiş ve uluslar arası destekle, AKP’yi iktidardan etme misyonunu üstlenmişti.

Sonuç

Açılım sürecini akamete uğratmak için çırpınan HDP/KCK hattı, bütün Kürtleri ateşe atacak tehlikeli bir serüvene soyunmuş durumdadır. Açılım Süreci’ne, Rojava Devrimi stratejisi ile karşılık verilmesi, hem yurtiçi hem de yurt dışı boyutları ile değerlendirildiğinde Kürtler için vahim sonuçlara yol açacak görünmektedir.

  • PKK/PYD’nin Suriye’de sınır boyunca oluşturulacak kantonlarla Türkiye’yi Ortadoğu’dan tecrit etme stratejisini Türkiye asla kabul etmeyecektir. Türklerin, Kürtlerin ve Arapların barış içerisinde bir arada yaşamasını öngören Açılım Süreci’ne karşı uygulamaya konulan Kürt milliyetçiliğine dayalı kanton modeli, Kürtleri hem Türkler hem de Araplarla sonu gelmez savaşlara sokacaktır. Irak sınırından Hatay’a kadar yaklaşık bin kilometrelik bir Kürt kuşağının bir tarafında Türkler diğer tarafında Araplarla komşu olacak olan Suriye Kürtlerinin bu iki taraflı sınırları korumak bir yana, kontrol etmesi bile imkân dâhilinde değildir.
  • Gerek Batı gerekse Türkiye medyasında yapılan “Rojava Devrimi” ve “Kobani Direnişi” güzellemeleri ile, Kürt gençlerinin muhayyilesinde gerçek dışı bir romantizm üretilmiş, realite ile bağı koparılan Kürt gençleri ve sol örgüt militanları, tüm dünyada Batı değerlerinin savunucuları olarak sırtları sıvazlanarak bölgede ABD politikalarının silahlı piyonu haline getirilmiştir.
  • Kürt medyası ve HDP/KCK hattı bu süreçte müthiş bir Türk ve Türkiye düşmanlığı pompalamış, her türlü olumsuzluğu Türk Devleti’ne ve hükûmete fatura etmiştir. Açılım sürecinin sona ermesi hali, barış umudunu tamamen ortadan kaldıracağından, daha önce Türk ve Kürt halklarının iştirak etmediği savaşı halklar savaşı haline dönüştürme tehlikesini güçlü bir ihtimal olarak barındırmaktadır.
  • Abdullah Öcalan’ın onursal lider seviyesine indirilerek PKK/KCK içindeki liderliğinin yok edilmesi teşebbüsü, örgüt içinde ayrışmaya neden olacaktır. Öcalan savunduğu barış projesinde samimi ise, savaş çığırtkanı PKK/KCK hattına dur demesi, Kürtlerin içine atılmaya çalışıldığı ateşi göstermesi ve HDP içindeki Öcalan taraftarı milletvekillerinin partiden uzaklaşarak yeni bir Kürt siyasi partisinin ortaya çıkması beklenir.
  • PKK/PYD hattının Barzani yönetimine düşman politikaları, gerek K.Irak’ta gerekse Türkiye ve Suriye’deki Barzani taraftarı aşiretlerle PKK/PYD’yi çatışma konumuna getirecek görünmektedir. Nitekim, peşmergenin desteği ile Kobani’nin İŞİD’den kurtarılması dolayısıyla bir Kürt dayanışması beklenirken, KDP-PYD arasındaki ilişki nefrete dönüşmüştür. Bütün Kürtlerden kayıtsız şartsız örgüte teslimiyet bekleyen PKK/PYD hattının Kürtler arası bir kardeşlik ve dayanışmayı tesis etme kaabiliyeti bulunmamaktadır.
  • ABD, PKK/PYD’yi bölgedeki hedefleri için stratejik ortak olarak seçmiştir. Türklerin ve Kürtlerin kendi iradeleri ile bir barış tesis etmelerine izin vermeyen ABD, PKK/PYD’yi bir yandan Türkiye’ye alternatif enerji hattının bekçileri olarak görmek, diğer taraftan İŞİD’e karşı yürütülen hava operasyonunun piyadeleri olarak vazifelendirmek, işbaşında tutmak istediği Esed yönetiminin destekçisi olarak diğer muhaliflerle çatıştırmak istemektedir.
  • Yine ABD ve Batı dünyası, PKK/PYD’ye laikliğin ve Batı değerlerinin savunucusu rolünü vermiştir. Bu İslam karşıtı rolü ile PKK/PYD bölgedeki bütün İslami oluşumların müşterek hedefi haline gelecektir. Bu rol, ister istemez dindar Kürtlerin de laikleştirilmesini dayatacağı için, henüz milliyetçilik duyguları ile başı dönmüş halde bulunan dindar Kürtlerin ayrışmasına sebebiyet verecektir.

Velhasılı, Açılım Süreci’ni boşa çıkarmak için çırpınan KCK/HDP hattını, boyundan büyük rollere soyunması dolayısıyla, hiçte parlak günlerin beklemediği açıktır. Kürtler için, 2003’te 250 bin askerle işgal ettiği Irak’ı harabeye çeviren ve 2011 sonunda kaçarak bölgeyi terk eden ABD’ye ve koalisyon hava gücüne güvenerek varılacak mutlu bir sonuç görünmemektedir.

*Bu yazı 18 Eylül 2015 tarihinde Haber10 sitesinde yayınlanmıştır.

Kategoriler: Yazılar