Okuma Süresi: 7 dakika

7 Haziran seçimlerinden % 13’lük bir oy ve 80 milletvekili alarak çıkan HDP’nin bu başarısının, KCK/PKK tarafından Açılım Süreci’nin sonlandırılması ve yeni bir sürecin işletilmesi için kullanıldığı bir ortama girilmiştir.

İŞİD tarafından yapıldığı iddia edilen 20 Temmuz’daki Suruç katliamını, İŞİD destekçisi olarak ilan ettikleri AK parti hükûmetine fatura eden KCK/PKK hattı, asker ve polislere yönelik saldırı ve katliamlara girişti. Devletin bu saldırılara karşı cevabı sert oldu. Kandil başta olmak üzere, kampları yerle bir edildi. Medyaya yansıdığına göre bu karşılık, PKK’ya karşı bugüne kadar yapılan en etkili askeri operasyonlardı.

KCK tarafından 12 Ağustos’ta yapılan açıklamada; bundan sonra devlet kurumlarını tanımayacakları, onlarla hiçbir işlerinin olmadığı, kendi işlerini kendilerinin yapacağı, kendi özyönetimlerini kuracakları ve özyönetimlerine saldırıldığı takdirde meşru öz savunma haklarını kullanacakları ilan edildi. KCK Eş Başkanı Bese Hozat ANF’ye yaptığı açıklamada, “Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem sömürgeci devlet yönetiminden kurtulup kendi öz yönetimlerini kurma ve kendi kendini yönetme dönemidir… Devletin her türlü yönelimi karşısında da çok güçlü bir biçimde toplumsal direniş ve öz savunmayla kendi sistemini halkımızın savunması gerekiyor. Öyle olmalı ki polis tek kişiyi tutuklamaya dahi cesaret etmemelidir. Polisin mahallelere girişine izin verilmemelidir” diyordu. Özyönetim açıklamalarında ısrarla belirtilen hususlardan birisi “devleti reddetmedikleri” vurgusuydu.

Bu açıklamaların ardından, yazımızın kaleme alındığı tarih itibariyle, Şırnak, Yüksekova, Silvan, Silopi, Hakkari, Batman, Cizre, Nusaybin, Muş’un Bulanık ve Varto, Van’ın Edremit ve İpekyolu, Diyarbakır’ın Silvan ve Sur ilçelerinde halk meclislerinin “özyönetim” ilan ettiği duyuruldu. Özerklik ilan edilen yerleşim birimlerinde “öz savunma” adı altında silahlı milis grupları oluşturuldu ve şehirlerin girişleri içi patlayıcı dolu hendeklerle kapatıldı.

Özyönetimin Fikir Babası Öcalan Değil Murray Bookchın’dir

Son dönemde KCK/PKK hattı tarafından sürekli dillendirilen öz yönetim, halk meclisleri, öz savunma güçleri, ekolojik toplum, komünalizm gibi kavramlar ve kurumlar örgüt tarafından önder Abdullah Öcalan’a izafe edilse de, bütünüyle Amerikalı liberter solcu Murray Bookchin’e aittir. Bu sahiplenme, KCK Anayasanın 11’inci maddesinde “Koma Civakên Kurdistan (Kürdistan Toplumlar Topluluğu-Kürdistan Demokratik Toplum Konfederalizmi) kurucusu ve önderi Abdullah Öcalan’dır. Ekolojiye ve cinsiyet özgürlüğüne dayalı demokrasinin felsefik, teorik ve stratejik kuramcısıdır.” cümleleriyle ifade edilmiştir.[1]

Kongra-Gel (Kürdistan Halk Kongresi) Genel Kurulu’nun 17 Mayıs 2005 tarihli oturumunda kabul edilen ve Ek maddeler hariç, 47 maddeden oluşan KCK Anayasası, model ve kavramlar itibariyle tamamen Murray Bookchin’den aşırılarak oluşturulmuştur. Ancak KCK, Bookchin’in modelini tersine çevirerek ve tam da onun bütün kötülüklerin kaynağı gördüğü hiyerarşiyi kutsayarak bir örgütlenme modeli ortaya koymuştur. Uygulanması itibariyle dünyada bir ilk olan KCK modeli, yani Murray Bookchin’in ütopik modelinin tahrif edilmiş şekli, bu yazıda ele alınacaktır.

Aslen bir Rus Yahudisi olan Bookchin 1921 yılında Amerika’da doğdu ve komünist gelenekten yetişti. Uzunca bir süre Marksist-Leninist hareketler içerisinde yer aldı. Kendisini mutasyona uğratmak suretiyle sürekli yenilenme becerisine sahip olan kapitalizmin komünizmi dönüştürüyor olması üzerine, kapitalizmle mücadelede yeni düşünceler geliştirmeye gayret etti. Ona göre, komünizmin dayandığı geleneksel sınıf çatışmasına dayalı analiz ve çözümler artık devrini doldurmuştu. Ortaya yeni sınıflar ve çatışma eksenleri çıkmıştı. Şimdi ırk, cinsiyet, cinsel tercihler, ulusal ve bölgesel farklılıklara dayalı hiyerarşi kategorileri vardı ve birbirlerinin içine girmeye başladıkları yeni bir kapitalist dünya ortaya çıkmıştı.

Murray Bookchin’e göre, tarihte yaşanan ve günümüzde de devam eden bütün kötülükler ‘hiyerarşi’ ve ‘tahakküm’den kaynaklanmaktaydı. Ona göre bu kötülük, anti-hiyerarşik ve anti-tahakkümcü duyarlılığa sahip ekolojik bir toplumun yaratılmasıyla sona erdirilebilirdi.

Murray Bookchın’in Komünalizmi

Murray Bookchın, hiyerarşiye ve tahakküme dayalı bir dünya anlayışını ortadan kaldırmak üzere geliştirdiği “liberter ideoloji” yerine, “komünalizm” kelimesini kullanmayı tercih etti. Bookchın, komünalizmle neyi kastettiğini şöyle açıklamıştır; “En önemli sorun, insanların güç kazanacağı (erke sahip olacağı) bir şekilde toplumun yapısını değiştirmek. Bunu yapmanın en iyi yeri ise, yüz yüze demokrasi yaratma fırsatına sahip olduğumuz belediyelerdir -şehir, kasaba ve köy. Yerel hükümetleri, insanların yaşadıkları ekonomi ve toplum hakkında tartışabilecekleri ve kararlar alabilecekleri halk meclislerine dönüştürebiliriz. Bir komşu şehir ya da kasabada iktidara gelirsek (erki elde edebilirsek); bütün meclisleri konfedere hale getirilebilir ve sonra da bu kasaba ve şehirleri halk hükümetine konfedere hale getirebilir. Sınıf yönetimi ve sömürünün bir aracı olan devlet değil, halkın erke sahip olduğu bir hükümet. İşte bu, pratik anlamda benim komünalizm diye adlandırdığım (şeydir).” [2]

Bookchın, komünalizm fikrinin ilhamını esas olarak eski Atina ve Aristo’nun görüşlerinden almıştır. Bookchin’e göre komünalist sistemde güç, her zaman halk meclislerinde olmalıdır ve nihai kararlar her zaman aşağıdan, yani halkın meclislerinden gelmelidir. Zira onun sisteminin temeli, yüz-yüze demokrasiye dayanmaktadır.

Bookchın’in komünalist modelinde en küçük birim “komün” lerdir. Murray Bookchın’e göre Komünalist çerçevenin tamamlayıcı parçası “özgürlükçü belediyecilik”tir. Mülkiyetin belediyeleştirilmesi yoluyla yerel topluluğun ekonomik yetkiyle donatılması ve ortak üretim politikasının gerçekleştirilmesi gereklidir. Zira, üretim araçlarının mülkiyetinin, onun nasıl işletilmesi gerektiğine karar verecek olan, yerel meclise ait olması zorunludur. Devrimci düşüncenin sistematik bir vücudu olarak Komünalizm, özgürlükçü belediyecilik olmaksızın bir anlam ifade etmeyecektir. Komünalizmin yandaşları kendilerini bir güç merkezine –belediye meclisine– seçimlerle girmek için seferber olur ve onu hukuki olarak mahalle meclisleri yaratmaya mecbur kılmak için çabalar. Bu meclisler beraberce şimdiye kadar köylerini, kasabalarını veya şehirlerini kontrol eden devletçi organların meşruluğunu ortadan kaldırır ve azleder ve bunların gerçekleşmesinden sonra gücün gerçek motoru olarak harekete geçer. Belli sayıdaki belediyeler bir kez demokratikleştirildiklerinde ulus-devletin rolüne meydan okuyan belediye birlikleri içinde istikrarlı bir şekilde konfedere olurlar ve halk meclisleri ve konfederal kurullar yoluyla ekonomik ve politik yaşam üzerinde kontrolü üstlenirler.

Murray Bookchin, tek bir belediyenin sınırlarını aşan problemlerin tabii olarak demokratikleştirilmiş belediyelerin daha geniş bir konfederasyon formunda bir araya gelmelerini zorunlu kılacağı kanaatindedir. Ona göre, yerel konfederasyonlardan bölgesel konfederasyonlar ve sonra da ulusal ve kıtasal konfederasyonlar ortaya çıkmalıdır. Ama güç her zaman halk meclislerinde olmalıdır ve nihai kararlar her zaman aşağıdan, yani halkın meclislerinden gelmelidir.

Bookchin, yüz-yüze demokrasiyi korumak için devlete karşı güç kullanmayı meşru sayar. Zira, belediye meclisleri ve konfederasyonlar, tabiatları gereği, devletin ve gücün devletçi biçimlerinin meşruluğuna meydan okur. Komünalistlerin, kasabaların ve kentlerin güçlerini yeniden kazanma ve onları konfederasyonlarla birbirine bağlama girişimlerine yönetici sınıfların kayıtsız kalmaz, ulusal kurumların direnciyle karşılaşılır. Bookchin’e göre, bu sistem güç kullanmayı “meşru” sayar ve gücü elinde bulundurmak ister. Güç vardır ve daima var olacaktır. Önemli olan gücün bir elitin elinde mi yoksa halkın elinde mi olacağıdır.

KCK’nın Komünalizmi

Leninist bir parti modeli ve Stalinist liderlik anlayışı çerçevesinde Maoist bir gerilla stratejisiyle 1978 yılında ortaya çıkan PKK, bu kimlikten ve uluslar arası sistemin dışlamasından kurtulmak için yeni bir ideoloji ve örgüt modeli arayışına girmiş, bu sırada Abdullah Öcalan tarafından Murray Bookchin’in “Toplumsal Ekoloji” felsefesi keşfedilerek, Bookchin’in teklif ettiği ütopik örgütlenme modeli ve söylem üzerinden PKK, KCK sistemi içine yedirilerek yeniden yapılandırılmıştır.

KCK Anayasası’nın 37’inci maddesinde, PKK, KCK sisteminin ideolojik gücü olarak tanımlanmış ve KCK sistemi içerisinde her çalışanın PKK’nin ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas alacağı belirtilerek PKK, KCK sisteminin vazgeçilmez organı olarak konumlandırılmıştır.

Murray Bookchin, yüz-yüze demokratik topluma ve taleplerine yönetici sınıfların kayıtsız kalmayacağına, ulusal kurumların direnciyle karşılaşacağına inanır ve bunun için savunma yapacak bir örgütü ve liderliği gerekli görür. Ancak onun korkusu, bu örgütlenmenin topluma tepeden aşağı tahakküm eden bir Bolşevik Parti’ye dönüşmesi, gücün bir elit kadronun eline geçmesi, liderin diktatörleşmesidir. KCK sistemi ve onun ruhunu oluşturan PKK örgütü, Bookchin’in korkularını haklı çıkarmış ve sistemin başına bir önderlik kurumu oturtulmuş, kanlı bir örgüt KCK ekolojik toplumunun ruhunu oluşturmuştur.

KCK Örgütlenmesinde Hiyerarşi ve Tahakküm Esastır

Murray Bookchin, hiyerarşi ve tahakkümden kurtulmanın çaresini yüz yüze demokrasinin işletildiği ekolojik toplum örgütlenmesinde bulmuştur. Bookchın, gücün her zaman halk meclislerinde olması ve nihai kararların her zaman aşağıdan yani halkın meclislerinden gelmesi gerektiğini savunmuş ve konfederasyon üyeleri arasındaki ilişkinin “karşılıklı bağımlılık” esasına göre belirleneceğini tasavvur etmiştir.

Bookchin’in modelini kendisine esas alan KCK ise, ironik biçimde, bütün örgütlenmesini tepeden aşağıya doğru biçimlendirilen katı bir hiyerarşi ve affetmez bir tahakküm üstüne kurmuştur. KCK anayasasının 23’üncü maddesinde, Özgür Toplum Meclisleri kararlarının Kongra Gel ve Halk Meclisleri kararlarıyla uyumlu olmak zorunda olduğu, 17’inci maddesinde, Halk Meclisinin kararlarının da Kongra Gel kararları ile çelişemeyeceği ifade edilmiştir. Komünalist felsefenin reddettiği hiyerarşik ve tahakkümcü yapı, KCK anayasasında meşrulaştırılmış, kısaca halk meclislerinin üstüne Kongra Gel çökmüştür.

Böylece, Bookchin’in sistemi tersine çevrilmiş, kavramların içi boşaltılmış, KCK Anayasası’nın 11’inci maddesiyle, KCK’nın kurucusu ve önderi Abdullah Öcalan, Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetici ve temel konulardaki en son karar mercii olarak ekolojik toplumun (!) tepesine oturulmuştur. Bu haliyle, hiçbir demokratik ülkede kabulü mümkün olmayan faşist bir anayasa yapılmak suretiyle Murray Bookchin’in felsefesi ve ütopyası boşa çıkarılmıştır.

KCK’nın Konfederasyonu Irk Temellidir

Bookchin’in konfederasyonlara giden modeli KCK tarafından aynen benimsenmiş, KCK anayasasında yasama ve yürütme organları bu sisteme göre tasnif edilmiştir. Yasama organları şehirler için “Özgür Toplum Meclisleri”, coğrafi ve etnik olarak ayrılan bölgeler için “Eyalet-Bölge Meclisleri”, her bir Kürdistan parçası için “Halk Meclisi” ve nihayet Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile başka yerlerde yaşayan bütün Kürt halkının temsilcisi olan “Kongra Gel: Kürdistan Halk Meclisi” dir. Ayrıca, bölge için “Demokratik Toplumcu Ortadoğu Konfederasyonu”, tüm dünya için ” Küresel Demokrasi Kongresi” düşünülmüştür.

Ülkenin coğrafi ve etnik-kültürel özelliklerine göre ayrıştırılması, Bookchın’in felsefi olarak reddettiği bir modeldir. Onun idealize ettiği ekolojik toplum modeli, akrabalık dahil her türlü hiyerarşilerin potansiyel olarak ortadan kaldırıldığı ve insanlık temeline dayalı özgür bir toplumla değiştirildiği idealize bir toplumdur. Kendisinin ifadesiyle ekolojik toplum, “Her şeyden önce kurumların ve değerlerin, köklerini zoolojide değil sivil insan etkinliğinde bulduğu bir alandır.” Halbuki KCK’nın ekolojik toplumu “arkaik kan bağı” ile bağlı olduğu “Kürdistan Toplumu”na indirgenmiş ve Kürdistan toplumu için devlet dışı konfederalist bir yönetim biçimi tasarlanmıştır.

Özsavunma gücü

Murray Bookchin’e göre, belediye meclisleri ve konfederasyonlar, tabiatları gereği, devletin ve gücün devletçi biçimlerinin meşruluğuna meydan okurlar. Onların kasabalar ve kentler üzerindeki devletin egemenliğini bozacak haklar istemelerine, konfederasyonlarla birbirine bağlama girişimlerine yönetici sınıfların kayıtsız kalmayacağına, ulusal kurumların direnciyle karşılaşacağına inanır ve bunun için savunma yapacak bir örgütü ve liderliği gerekli görür. Onun komünalist sistemi, güç kullanmayı “meşru” sayar ve gücü elinde bulundurmak ister.

KCK anayasasında 9’uncu bölümde, “Meşru Savunma Savaşı Yükümlülüğü” başlığı altında, bu güç kullanma hali açıklanmıştır. KCK sisteminde, savunmayı yapacak Halk Savunma Güçleri özerk bir örgütlenmedir. Savaş başlatma ya da savaşı sona erdirme kararı Kongra Gel Genel Kurulu’na aittir. KCK yurttaşı herkes meşru savunma için hazırlıklı olmak, çalışmaları desteklemek ve gerektirdiği direniş mücadelesine girmekle yükümlüdür.

KCK’nın gönüllü ve iradi bir toplum yapılanması olmaması, kararların aşağıdan yukarıya doğru alındığı halk meclislerine dayanmaması ve bu ütopik modelin PKK örgütünün kostüm değiştirmesinden ibaret olduğunun anlaşılması nedeniyle halk nezdinde kabul görmediği 20 Temmuz sonrası yaşanan çatışmalarda ortaya çıkmıştır. PKK/KCK en güçlü olduğunu varsaydığı şehirlerde özyönetim ilan etmesine ve devlet güçlerine karşı infazlar dahil saldırılarda bulunmasına rağmen halk desteği sağlayamamıştır. Zaten, halkın yararlanmakta olduğu elektrik, baraj, yol, yolcu taşıma araçları, kamu hizmet binalarına yönelik örgüt saldırılarının da Bookchin’in meşru savunma olarak adlandırdığı durumla bir ilgisinin bulunmadığı açıktır.

Sonuç

PKK’nın muhtelif ilçelerde ilan ettiği özyönetimler, fikir babası Murray Bookchin’in ütopik modelinin hayata geçirilmesi bakımından ilk örneklerdir. Bu bakımdan uygulanması ve geçireceği süreçler ilgiyle izlenebilir.

Ancak, Murray Bookchin tarafından kapitalizme alternatif olarak tasarlanan ve felsefesi oluşturulan bu modelin, yeni bir örgütlenme ve kimlik arayışında olan PKK’ya kullanışlı bir araç olarak hizmet ettiği göz önünde tutulmalıdır. PKK, etnik farklılıkları öne çıkarmayı tahakkümün bir yöntemi olarak gören Bookchin’e rağmen Komünalizmi, bir Kürt konfederasyonun örgütlenmesi için kullandı. Aşağıdan yukarıya gönüllü örgütlenmeye dayalı olan ve bütün kötülüklerin sebebini insan ilişkilerindeki hiyerarşi ve tahakkümün varlığına bağlayan Komünalist modeli ters yüz etti. Tepeden aşağıya hiyerarşik olarak inen ve örgüt mensupları dışında hiçbir kişiye hayat hakkı tanımayan tahakkümcü bir sistem inşa etti. PKK, KCK sistemi ile, Komünalizmin fikir babası Murray Bookchin’in fikri mirasına el koymuş oldu.

Kapitalist dünyanın iki önemli devleti ABD ve Almanya’nın şefkati altında palazlandırılan, Açılım Süreci’nde ABD’nin üçüncü göz olarak yer almasını isteyen KCK’nın, batılı devlet erkleriyle ya da kapitalizmle bir derdi olmadığı ortaya çıkmıştır. Kapitalist dünyanın güçlü devletlerinin komünalist (!) KCK ile bu sıcak ilişkileri, herhalde kapitalizmin liberter solcu Murray Bookchin’den mezarında rövanş alması olarak görülebilir.

Dipnotlar

[1] KCK Anayasası ve Bookchin’in Komünalizm felsefesini daha geniş biçimde ele alan şu makaleye bakılabilir.

Sinan Tavukçu, “Murray Bookchın’in “Toplumsal Ekoloji” Felsefesi ve KCK’nın İdeolojik Kodları”

http://www.sde.org.tr/tr/authordetail/murray-bookchinin-toplumsal-ekoloji-felsefesi-ve-kcknin-ideolojik-kodlari/995

[2]Murray Bookchin ile Söyleşi,
http://www.anarkismo.net/article/9870

*Bu yazı 9 Eylül 2015 tarihinde Haber10 sitesinde ve Stratejik Düşünce Dergisi Eylül 2015 (70. Sayı) sayısında yayınlanmıştır.

Kategoriler: Yazılar