Birinci Dünya Savaşının Almanya ve Osmanlı İmparatorluğunun mağlubiyeti ile sonuçlanmasının ardından Ortadoğu yeniden şekillenmiş, Osmanlı Devletinin parçası olan Lübnan ve Suriye Fransa, Irak ve Ürdünde İngiltere mandasına düşmüştü. Savaş sonrasında bölgedeki petrolün imtiyaz sahibi bulunan Turkish Petroleum Companynin hisseleri yeniden paylaşılırken, Almanyaya ait Deutsche Bank hisseleri Fransızlara devredilmişti.
Birinci Dünya Harbinden sonra Ortadoğu’daki bütün petrollerin sahibi, bölge devletleriyle yaptıkları anlaşmalarla 8 büyük şirketin (Standart Oil of New Jersey, Royal Dutch Shell, Anglo-Persian, Gulf oil, Texas oil, Standart Oil of California, Socony-Mobil oil ve Compagnie Française des Petroles) olmuştu.
1929 yılında Turkish Petroleum Companynin hisse yapısı ve ismi de değişti. Anglo-Persian Oil Company (Bugünkü British Petroleum BP), Royal Dutch Shell, Standart Oil (New Jersey), Socony-Vacuum, Gulf Oil, Compagnie Française des Pétroles CFP (Bugünkü Total S.A.) ve Gülbenkyanın ortaklığıyla şirket IPC Iraq Petroleum Company adını aldı.
I. Dünya Savaşı öncesinde İngilizlerle Almanlar arasındaki petrol üzerinde hâkimiyet mücadelesi savaştan sonra İngilizler ile Amerikalılar arasında cereyan ediyordu. Meksika ve Venezüella ile Orta Doğu, bu mücadelenin sürdüğü başlıca alanlar oldu.
Kırmızı Hat Anlaşması
İngiliz Anglo-Persian Oil Company, Hollandalı Royal Dutch Shell, Amerikan Standart Oil (New Jersey), Socony-Vacuum, Gulf Oil ve Fransız Compagnie Française des Pétroles şirketleri Ortadoğuda birbirleriyle rekabet etmemek, piyasaya başka şirket sokmamak ve ham petrol fiyatlarının düşmesini önlemek için aralarında 31 Temmuz 1928 tarihinde Kırmızı Hat (Red Line) Anlaşmasıimzaladılar.
Anlaşmanın kapsadığı petrol coğrafyası, yıkılan Osmanlı İmparatorluğunun topraklarıydı. Bugünkü Türkiye, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar ve Basra Körfezi boyunca sıralanmış Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan bölgede; ham petrol üretimi, satın alımı ve işlenmesi konularında IPC ortakları arasında rekabet ortadan kaldırılmış, hiçbir şirketin diğer ortakların izni veya katkısı olmaksızın eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında keşfedilecek petrol yataklarını işletemeyeceği kararlaştırılmıştı. İngilizler, Kuveyt, İsrail, Ürdün ve imtiyazı BP’nin elinde bulunan İranı bu anlaşma kapsamına dâhil etmediler.
Amerikan Şirketleri Bölgeye Yerleşiyor
İran ve Irak petrol imtiyazlarının büyük ölçüde İngiliz şirketlerinin elinde bulunması dolayısıyla Amerikan şirketleri, henüz ciddi petrol rezervleri tespit edilmemiş bulunan, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ummanda petrol aramayı ve imtiyaz elde etmeyi tercih ettiler. 1939dan sonra bu bölgelerde ciddi petrol üretimine başladılar.
ARAMCO (Arabian-American Oil Company)da Suudi Arabistanla 1939da yaptığı bir anlaşma ile Suudi Arabistan-Kuveyt arasındaki tarafsız bölgede petrol imtiyazı sağlamıştı. Suudi Arabistan topraklarında imtiyaz sahibi bulunan ARAMCO (Arabian-American Oil Company)ya katılmak isteyen Standard Oil ve Socony-Vacuum, Iraq Petroleum Companynin kurallarından sıyrılmak amacıyla Red Line Agreement’ın geçersizliğini ve bu anlaşmanın yapısının, ABD’nin tröstleşme karşıtı yasalarını çiğnediğini ileri sürdüler. 1948’de, IPCyi oluşturan şirketler, Ortadoğu petrollerini tek başlarına araştırma ve işletme düşüncesiyle gruptan ayrıldılar.
Zamanla petrol üzerindeki hâkimiyet mücadelesinde Amerikan şirketleri İngilizleri geride bıraktılar. 1939-1952 döneminde İngiltere’nin Orta Doğu petrolleri üzerindeki kontrol oranı % 76’dan % 33’e gerilerken, ABD’nin payı sürekli bir artışla % 17’den % 59’a yükseldi.
II. Dünya Savaşı Sonrası Petrol
II. Dünya Savaşını Amerika, İngiltere, Sovyetler Birliği ve Fransanın başını çektiği ittifak kazanmasından sonra dünya kapitalist ve komünist olmak üzere iki bloka ayrıldı ve Soğuk Savaş adı verilen yeni dünya düzeni ABD ile Sovyetler Birliği arasında hakimiyet mücadelesine dönüştü.
II. Dünya Savaşında sonra petrol dünyanın en temel enerji kaynağı haline geldi. Enerji kaynakları arasında petrolün payı 1949’da % 24 iken 1972’de % 43’e yükseldi.
Yarı yarıya Gelir Bölüşümü İlkesi
II. Dünya Savaşından sonra, 1951 yılına kadar, Ortadoğu petrolü üzerinde büyük şirketlerin payı şöyle idi: Anglo Iranian İran’da % 100, Irak ve Katar’da % 23, Kuveyt’te % 50. Royal Dutch Shell, Irak ve Katar’da %23. Amerikan şirketlerinden Standart Oil, Irak’ta % 11, Suudi Arabistan’da % 30. Socony-Vacuum Irak’ta %11, Arabistan’da %10, Standart California, Arabistan’da % 30. Texas Oil, Arabistan’da %30, Kuveyt’te % 50. Fransız Compagnie Française des Petrolesin Irakta % 23.
Ortadoğu petrolleri üzerindeki imtiyaz düzeni ile, sekiz büyük şirket bölgenin bütün petrollerinin sahibi durumuna gelmişti. Petrol sahibi ülkeler imtiyaz sahibi şirketler karşısında etkisiz durumdaydılar. Ancak II.Dünya Savaşından sonra şartlar değişmeye başladı. Amerikan şirketlerinin, Venezuela ve Suudi Arabistan ile yaptıkları anlaşmalarda, petrol üretiminden elde edilen kârı yarı yarıya paylaşılmayı esas almaları, diğer ülkeleri de imtiyaz sözleşmelerini yeniden ele almaya sevk etti. En büyük tepki İrandan geldi. İngiliz şirketi APOC (Anglo-Persian Oil Company)un gelirinden sadece % 16 nisbetinde pay alan İranda petrolün millileştirilmesi politikası gündeme geldi. İran Meclisi 30 Nisan 1951de İran petrollerinin millileştirilmesine karar verdi. Ancak İngiltere, Amerikanın verdiği destekle, millileştirme politikalarını hayata geçiren Başbakan Musaddıkı 1953te devirdi ve yurtdışına kaçan Şahın geri dönmesini sağladı. Başbakanlığa getirilen darbe lideri General Zahidi ile yarı yarıya prensibi üzerinde uzlaşıldı ve İran millileştirme politikasından geri adın attırıldı.
OPECin Kurulması
Batılı petrol şirketlerinin petrol üzerindeki mutlak hâkimiyetlerine karşı petrol üreticisi devletler bir organizasyon çatısı altında toplanma ve birlikte hareket etme kararı aldılar. Bu kararın alınmasında, 1945 yılında kurulan Arap Birliği önemli rol oynamıştı. Suudi Arabistan, Kuveyt, İran, Venezuella ve Irak, 10 Eylül 1960da, OPECi (Organisation of Petroleum Exploration Countries) kurdular. Örgüte daha sonra Katar, Libya, Endonezya, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Nijerya, Ekvator ve Gabonda katıldı.
Komünist olmayan dünyaya ihraç edilen petrolün %93’ünü ve dünya petrol rezervlerinin %75’ini temsil eden OPEC’in kuruluş amacı; petrol fiyatlarını yükseltmek, özel petrol şirketlerinden daha büyük gelir payları sağlamak, fiyatları dengeleştirmek için üretimi ayarlama planları üzerinde çalışmak, olarak ilan edilmişti.
OPECin faaliyete geçmesinden sonra, büyük petrol şirketlerinin petrol fiyatları üzerindeki baskılarının tedricen azaldığı görüldü. Zaman içerisinde OPEC ülkelerinin petrol üretimindeki payları artmaya başladı. 1946’daki %18’lik pay, 1960 yılında %50’ye ve 1970’de, %70’e yükseldi. Bu teşkilatlanma sonucunda OPEC ülkeleri petrol üretimini kontrolleri altına almayı başarmış oldular.
Arap Ülkeleri OAPECi Kuruyor
1967 Arap-İsrail Savaşı, savaşta İsrailden yana tavır alan Batıya ve özellikle de Amerikaya karşı petrolün siyasi bir silah olarak kullanılmasını gündeme getirdi. Başını Suudi Arabistan, Libya ve Kuveytin çektiği petrol üreten Arap ülkeleri 9 0cak 1968de, Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatını yani OAPECi (Organization of Arab Petroleum Exporting Countries) kurdular.
Millileştirme Politikaları
OPECin kurulmasının ardından Ortadoğu ülkelerinde petrolün millileştirilmesi yolunda gelişmeler yaşandı. 1967 ve ardından 1973 tarihinde yaşanan Arap-İsrail Savaşı millileştirme ve bağımsızlık fikirlerini teşvik etti. Irak Hükûmeti 1972 yılında IPC (Iraq Petroleum Company)nin %99,5ini millileştirdi. İranda benzer bir uygulama ile yabancı petrol şirketlerinin etkinliğini azaltarak, üretimi tamamen İran Milli Şirketine (INOC) devretti. Diğer Arap ülkelerinde de hisseleri arttırma yönünde eğilimler görüldü. Suriye de bir takım politik gerekçelerle IPCnin ülkesinden geçen boru hatlarını millileştirdi.
Millileştirme politikalarına paralel olarak, petrol ülkelerinin pek çoğu, milli petrol kanunlarını çıkarıp, imtiyazları çok sayıda milli şirkete kısa süreli olarak verme yoluna gittiler. Yedi büyük petrol şirketi dışında kalan diğer şirketler, 1953ten 1972 sonuna kadar, komünist olmayan dünyadaki petrol arama İmtiyazlarını toplam % 36’dan % 76’ıya, sahip oldukları petrol rezervlerini % 8’den yaklaşık % 33’e, petrol üretimlerini % 13’den % 29’a genişlettiler.
1973 Krizi: Petrolün Silah Olarak Kullanılması
1973 yılında Arap Birliği ile İsrail arasında vukuu bulan Yom Kippur Savaşını İsrailin kazanması üzerine, 17 Ekim 1973de Kuveytte toplanan 10 OAPEC üyesi devletin temsilcileri, İsrailin 1967de işgal ettiği topraklardan çekilip, Filistinlilerin yasal hakları güvenceye kavuşturulana kadar petrol üretimini her ay en az %5 kesintiye tabi tutmayı karara bağladılar ve ABD ve İsraile destek veren diğer ülkelere petrol ambargosu uygulamaya başladılar. Bunun sonucu olarak petrol fiyatları inanılmaz bir şekilde arttı, 1973 Ocak ayında varili 2.59 dolar olan Arap petrolü, Ocak ayında 11.65 dolara çıktı. Petrolün bir yıl içinde dört mislinden fazla bir artış göstermesi nedeniyle piyasalar çöktü. Ambargo Mart 1974e kadar devam etti.
Ambargodan sonra bir yandan alternatif enerji arayışları arttı. Benzer bir kriz döneminde gerekli olan uyum politikalarının hızla devreye sokulması ve ekonomilerin petrole olan bağımlılıklarının azaltılması yönünde faaliyet göstermek üzere, OECD Ülkeleri tarafından 15 Kasım 1974 yılında IEA (International Energy Agency: Uluslararası Enerji Ajansı) kuruldu.
İran Devrimi ve Bölgedeki Krizler
1979da İranda gerçekleşen Humeyni Devrimi arkasından yaşanan rehine krizi dolayısıyla petrol fiyatları varil başına 10 dolardan 34 $’a çıktı ve uluslararası petrol endüstrisi ile birlikte dünya ekonomisini etkilemeye başladı. Bu fiyat, iki yıl önceki fiyatın yaklaşık üç katı idi.
22 Eylül 1980de Irakın İrana saldırmasıyla başlayan İran-Irak Savaşında Irak, petrol ve doğalgaz merkezlerinin bulunduğu Kuzistan bölgesinde yaşayan bir buçuk milyon dolayındaki Arap halkını özerkliğine kavuşturulmasını amaçlıyordu. Bu savaşta AB ve ABD Iraktan yana tavır koymuşlardı. İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düştü, petrol fiyatları arttı. 1988e kadar devam eden ve iki ülkenin de kazanamadığı bu savaş, yaklaşık bir milyon insanın hayatına mal oldu ve iki ülkenin de milli kaynaklarının heba olmasıyla sonuçlandı.
Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Ağustos 1990da Kuveyti işgal etti. Savaş sırasında yaklaşık 80 milyar dolar borç alarak savaşı finanse eden Irak, bu borçları ödemekte zorlanınca Kuveyt petrollerine göz dikmişti. Kuveytin ele geçirilmesi ile Irak dünya petrol rezervlerinin % 20sine hakim hale gelmişti. Irakın petrol arzı üzerindeki kontrolünü kendilerine yönelik bir tehdit olarak gören ABD, 37 ülkenin dâhil olduğu bir koalisyon gücü oluşturarak 17 Ocak 1991de Iraka askeri müdahalede bulundu ve Irakı Kuveytten çıkardı.
Birinci Körfez Savaşından sonra, ABD ve İngilterenin öcülüğünde kırk devletten oluşan çok uluslu koalisyon gücü bu defa 20 Mart 2003te Irakı işgal etti. Kitle imha silahlarını imha etmek ve Iraka demokrasi getirmek amacıyla gerçekleştirilen bu işgalle devlet başkanı Saddam Hüseyin devrilerek idam edildi. 31 Aralık 2011de ABD Iraktan çekilirken geride parçalanmış bir ülke, tahrip edilmiş bir ekonomi ve bir milyonu aşan ölü ve milyonlarca yaralı bırakmıştı. İşgal sonrasında, ispatlanmış petrol rezervi 143 milyar varil, doğalgaz rezervi 4.000 milyar m3 olan Irakın bu rezervleri petrol şirketlerinin üşüştüğü alanlar haline dönüştü.
Sovyetlerin Dağılması ile Ortaya Çıkan Alternatif Enerji
1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte, petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip ülkeler (Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan) bağımsızlığını kazandı. Bağımsız devletlerin ortaya çıkması ile birlikte Rusya, bu ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervleri üzerindeki 70 yıllık hâkimiyetini kaybetmekle yüz yüze kaldı.
Rusya, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve İranın kıyıdaş olduğu Hazar Havzasının ham petrol rezervi 130-150 milyar varil, doğal gaz rezervleri 7 trilyon ile 10 trilyon metreküp arasında tahmin edilmektedir. Sovyetlerin dağılmasından sonra, serbest piyasaya arz yolu açılan Hazar Havzasının petrol rezervleri, 800 milyar varil petrol rezervine sahip olan Ortadoğudan sonra ikinci sırayı alması sebebi ile uluslar arası enerji aktörlerinin ilgi odağı haline gelmiştir.
Arap Baharı ve Enerji Jeopolitiği
2011 yılı başında Tunus, Mısır ve Libyada başlayan Arap Baharı, ülkelerini Batılı devletlerin desteklediği diktatörlerin yerine, seçilmiş hükûmetlerin yönetmesini isteyen halkın başlattığı bir devrim hareketiydi. Arap Baharının, başta ABD ve AB olmak üzere, yüzyıldır enerji politikalarını belirleyen ve diktatörler eliyle enerji güvenliğini sağlayan ülkeleri tedirgin etmesi, kaçınılmazdı. Zira, Arap Baharının etkilediği Ortadoğuda dünya petrol rezervlerinin %48i, doğal gaz rezervlerinin ise %43ü, Kuzey Afrikada dünya petrol rezervlerinin %4ü ve doğal gaz rezervlerinin ise %4,5i bulunuyordu.
Bu devrime kayıtsız kalmayan Batılı devletlerin desteği ile, ilk önce Mısırda seçilmiş M. Mursi hükûmeti askeri darbeyle devrildi ardından Libya ve Tunus istikrarsızlaştırıldı.
Sonuç
2014 BP Dünya Enerji İstatistikleri Raporuna göre, toplam dünya petrol rezervinin (1.687,9 milyar varil) %58’i (985,6 milyar varil) İslam ülkelerinde bulunmaktadır. Toplam rezervin %48i (808,60 milyar varil) Ortadoğuda, %8i (130,30 milyar varil) Afrika’daki İslam ülkelerinde, %2,2’si (38,20 milyar varil) Asya’daki Türk devletlerinde ve (8,50 milyar varil), Asya Pasifikteki İslam ülkelerinde bulunmaktadır.
Yine, 2014 BP Dünya Enerji İstatistikleri Raporuna göre, toplam dünya doğalgaz rezervinin (185,7 trilyon m3) %65’i, (120,6 trilyon m3) İslam ülkelerinde mevcut bulunmaktadır. Toplam rezervin %43,4ü(80,30 trilyon m3) Ortadoğuda, %11,3ü (21 trilyon m3) Asya’daki Türk devletlerinde, %7,6isi (14,10 trilyon m3) Afrika’daki İslam ülkelerinde ve %2,7si (4,9 trilyon m3 ) Asya Pasifik’teki İslam ülkelerinde bulunmaktadır.
Dünya enerji kaynaklarının Basra ve Hazar havzalarında toplanması dolayısıyla, küresel enerji politikalarının da Basra Körfezi-Hazar Havzası bölgesinde şekilleneceği açıktır. Bunu takiben boru hatları ve tankerle taşımanın yapıldığı deniz yolu güzergâhları ve dolum tesislerinin bulunduğu bölgelerde enerji stratejilerinin ilgi alanına tabii olarak girmektedir. Bu tespit, fosile dayalı enerji ihtiyacı devam ettiği sürece, İslam coğrafyasının enerji politikalarının rekabet ve savaş alanı halinde kalmaya devam edeceğini göstermektedir. Yüzyıldır Ortadoğuda cereyan eden kanlı mücadele, dünya sahnesine yeni çıkan Hazar Havzası ülkelerini de içine çekecektir.
Yaklaşık 1,7 milyon nüfusa sahip İslam dünyasının, uluslararası enerji politikalarının edilgen bir nesnesi olmaktan çıkıp, kaynaklarına sahip olması, enerji güvenliğini müştereken sağlaması, petrol ve doğalgazı dünya pazarlarına güvenli bir şekilde ve adil fiyatlar üzerinden arz etmesi zorunlu hale gelmiştir. Büyük devletlerin oyuncağı diktatörlerle yönetildiği ve ulus devlet paradigması ile hareket ettikleri sürece, kendi hukukunu korumaktan aciz İslam ülkelerinin uluslar arası enerji baronlarının politikalarına boyun eğmekten, halklarını hiçbir ahlaki ölçü tanımayan güçlerin namlularına teslim etmekten başka çıkar yolları bulunmamaktadır.
Not: Stratejik Düşünce Dergisinin 64üncü sayısından alınmıştır.
*Bu yazı 7 Nisan 2015 tarihinde Haber10 sitesinde yayınlanmıştır.