Okuma Süresi: 5 dakika

23 Nisan 2014’günü, 1915 tehciri ile ilgili olarak Ermenilere taziye bildiren Başbakanlık mesajı, iç ve dış kamuoyunda heyecan ve şaşkınlıkla karşılandı.

Başbakanlık’ın internet sitesinden yapılan o açıklama metni şöyleydi:

“Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat sunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının hangi din ve etnik kökenden olursa olsun, Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer milyonlarca Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğu yadsınamaz.

Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar.

Tabiatıyla ne bir acılar hiyerarşisi kurulması ne de acıların birbiriyle mukayese edilmesi ve yarıştırılması acının öznesi için bir anlam ifade eder.

Atalarımızın dediği gibi ‘ateş düştüğü yeri yakar’.

Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.

1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir.

Türkiye’deki bu özgür ortamı, suçlayıcı, incitici, hatta bazen kışkırtıcı söylem ve iddiaları seslendirmek için vesile olarak görenler de bulunabilir.

Ne var ki, tarihi meseleleri hukuki boyutlarıyla birlikte daha iyi anlamamız, kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir.

Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edecektir.

Fakat 1915 olaylarının Türkiye karşıtlığı için bir bahane olarak kullanılması ve siyasi çatışma konusu haline getirilmesi de kabul edilemez.

Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır. Bu acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve ilmi bir sorumluluktur.

Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır.

Bugünün dünyasında tarihten husumet çıkarmak ve yeni kavgalar üretmek kabul edilebilir olmadığı gibi ortak geleceğimizin inşası bakımından hiçbir şekilde yararlı da değildir.

Zamanın ruhu, anlaşmazlıklara rağmen konuşabilmeyi; karşıdakini dinleyerek anlamaya çalışmayı; uzlaşı yolları arayışlarını değerlendirmeyi; nefreti ayıplayıp saygı ve hoşgörüyü yüceltmeyi gerektirmektedir.

Bu anlayışla biz Türkiye Cumhuriyeti olarak 1915 olaylarının bilimsel bir şekilde incelenmesi için ortak tarih komisyonu kurulması çağrısında bulunduk. Bu çağrı geçerliliğini korumaktadır. Türk, Ermeni ve uluslararası tarihçilerin yapacağı çalışma, 1915 olaylarının aydınlatılmasında ve tarihin doğru anlaşılmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Bu çerçevede arşivlerimizi bütün araştırmacıların kullanımına açtık. Bugün arşivlerimizde bulunan yüzbinlerce belge, bütün tarihçilerin hizmetine sunulmaktadır.

Türkiye, geleceğe güvenle bakan bir ülke olarak tarihin de doğru anlaşılması için ilmi ve kapsamlı çalışmaları her zaman desteklemiştir. Etnik ve dini kökeni ne olursa olsun yüzlerce yıl bir arada yaşamış, sanattan diplomasiye, devlet idaresinden ticarete kadar her alanda ortak değerler üretmiş Anadolu insanları, yeni bir gelecek inşa edebilecek imkân ve kabiliyetlere bugün de sahiptir.

Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.

Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.” 

Türkiye-Ermenistan İlişkilerinin Çıkmazları

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasının ardından eski Sovyet Cumhuriyetleri bağımsızlığını kazanırken Ermenistan’da 21 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etmişti. 9 Kasım 1991’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde, içinde Ermenistan’ında bulunduğu yeni devletlerin tamamını tanımıştı.

Ermenistan’la ilişkilerini geliştirmek isteyen Türkiye, Ermenistan’ı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (KEİT) kurucu üye olarak davet etmiş,  Devlet Başkanı  Levon Ter Petrosyan 1992 yılında İstanbul’da toplanan KEİT devlet ve hükümet başkanları zirvesine katılmıştı.

Ancak, Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra Azerbaycan toprağı Dağlık Karabağ’ı işgal etmesi, Türkiye ve Ermenistan arasındaki diğer problemlerin çözümü girişimlerinin ve devamlı bir resmi ilişki kurulmasının önünde engel oldu.

Türkiye’nin Ermenistan’ı resmen tanımış olmasına rağmen, bu ülkeyle uzun süre resmi diplomatik ilişki kurulmasını engelleyen dört önemli mes’ele olmuştur.

-Soykırım” iddiaları: I. Dünya Savaşı devam ederken, 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir (yer değiştirme) Kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir. Ağırlıklı olarak diaspora Ermenilerince öne sürülen iddialara göre tehcir sırasında 1.500.000 Ermeni ölmüş, tehcir kararıyla Ermeni halk bir soykırımına tâbi tutulmuştur.

Türkiye’nin tezine göre ise, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin toplam nüfusu en fazla 1.250.000 civarındadır. Eski TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun açıklamasına göre; bütün Anadolu’da tehcire uğrayan Ermenilerin net sayısı 438.758’dir. Vilayetlere göre rakamlar Osmanlı arşivlerinde yer almaktadır. 382.148 kişi iskân bölgelerine varmıştır. Arada 56.610 kişilik bir fark vardır. (http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/roportajlar/ttk_yusufhalacoglu.html) Ölümlerin büyük kısmı, ağır tabiat şartlarında meydana gelen göçler ve Ermeni kafileleri yola çıktığında Osmanlı Devleti tarafından zaptiye ve koruma verilmeyenlerin halkın saldırısına uğraması sebebiyle meydana gelmiştir. Türkiye’nin “soykırım” iddialarına karşı resmi tezi, yaşananların büyük bir trajedi olduğu ve iki taraftan da büyük kayıplar verildiği, ancak olayların kesinlikle “soykırım” olarak nitelendirilemeyeceği şeklindedir.

23 Ağustos 1990 tarihli Ermenistan’ın Bağımsızlığına İlişkin Bildiri’nin 11’inci maddesinde yer alan “1915 yılı Osmanlı Türkiyesi’nde ve Batı Ermenistan’da  Ermeni Soykırımının uluslararası tanınması işini desteklemektedir.” ifadesiyle, Ermenistan Devleti’de tehcir sırasında yaşananların soykırım olarak tanınması politikasını kabul etmiş, 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda ” Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisindeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü haline getirilmiştir.

-Ermenistan tarafından Türkiye sınırının tanınmaması: Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesinin önündeki en önemli engellerden birisi, Ermenistan’ının iki ülke sınırını belirleyen 1921 tarihli Kars ve Gümrü Antlaşmaları’nı tanımamasıdır. Nitekim Ermeni Parlamentosu, 1991 yılında Kars ve Gümrü Antlaşmaları’nın geçerliliğini tanımadığını beyan eden bir karar almıştır. Bu, Ermenistan’ın AGİT çerçevesinde kabul etmiş olduğu sınırların değişmezliği ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.

-Dağlık Karabağ’ın işgali:  Sovyetlerin dağılması sırasında otorite boşluğundan faydalanan Ermeniler, 1991 yılı sonunda, Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlı bulunan Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını ilân ettiler. Dağlık Karabağ, 8 Mayıs 1992’de Ermenistan tarafından işgal edildi. Aralık 1993’te Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin Ermeni kuvvetlerine karşı başlattığı karşı taarruzun askeri başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra 16 Mayıs 1994’te, Azerbaycan ve Ermenistan arasında ateşkes imzalandı. İşgal ve çatışmalarda 30.000’den fazla Azeri öldürüldü, 1 milyon civarında Azeri topraklarını terk etmek zorunda kaldı.

-Kapalı sınır meselesi: 3 Nisan 1993’te Kelbecer’in Ermenistan tarafından tamamen işgal edilmesinden sonra Türkiye, Ermenistan ile olan sınırını kapatmış, Türkiye üzerinden geçmekte olan tüm insanî yardım uçuşlarının da durdurulduğunu, hiçbir uçuşa izin verilmeyeceğini, buna rağmen geçmek isteyen uçakların gerektiğinde ateş açılarak indirileceğini, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarını terk etmediği sürece sınırın açılmasının söz konusu olmayacağını açıklamıştır.

Çözüm Çabaları

Türkiye-Ermenistan ilişkilerin normalleşmesi yolunda en önemli resmi girişim, Başbakan Erdoğan ve Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan arasında 2005 yılında gerçekleşen mektup teatisi olmuştur. Başbakan Erdoğan, Koçaryan’a Nisan 2005’te gönderdiği mektupta; aynı tarihi ve coğrafyayı paylaşan iki toplum arasında geçmişte yaşanmış olan acı olayların günümüzde iki ülke arasında dostluk ilişkilerinin kurulmasına engel olduğu belirtilerek, gelecek kuşaklara karşılıklı saygı ve anlayışın hüküm sürdüğü barışçıl bir ortam bırakma arzusuyla, 1915 olaylarının araştırılması için Ermenistan’a bir ortak tarih komisyon kurulmasını teklif etmiş, çıkan sonuca her iki ülkenin de saygı göstermesi çağrısında bulunmuştur.

Koçaryan 25 Nisan 2005 tarihli mektubuyla Başbakan Erdoğan’a verdiği cevapta; öncelikli hedefin sınırın açılması ve diplomatik ilişkilerin tesisi olması gerektiğini vurgulamış, bu kapsamda Ermenistan’ın ‘ön koşulsuz’ olarak diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğunu bildirmiş, iki ülke arasında mevcut tüm sorunları görüşerek sonuca bağlayacak bir hükümetler arası komisyon kurulmasını teklif etmiştir. Ancak bu karşılıklı mektuplar fiili bir sonuç doğurmamıştır.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde Türkiye-Ermenistan Dünya Kupası Avrupa elemeleri grup maçını izlemek üzere Ermenistan’ın başkenti Erivan’a gitmesi, ABD başkanlığına yeni seçilen Barack Obama’nın 6-7 Nisan 2009 tarihli Türkiye ziyaretinde Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve sınırların açılması konusunu gündeme getirmesi yeni bir sürecin başlamasının yolunu açtı. Bu süreç, Türkiye ile Ermenistan’ın parafe ettiği 10 Ekim 2009 tarihli ‘Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol”le sonuçlandı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbantyan tarafından parafe edilen Protokol’de; Türkiye ve Ermenistan’ın  ikili ve uluslararası ilişkilerinde, eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olacakları ve bu ilkelere saygı gösterilmesini sağlayacakları taahhüt edilmiş, ortak sınırın açılması hususunda aldıkları karar vurgulanmış, iyi komşuluk ilişkileri anlayışıyla bağdaşmayacak herhangi bir siyaset izlemeyeceklerine dair taahhütte bulunmuşlardı. Protokolün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı olarak diplomatik temsilcilik açılması hususunda anlaştıkları da bu metinde yer alıyordu.

Ancak, Ermenistan Anayasa Mahkemesi 12 Ocak 2010 tarihinde açıkladığı gerekçeli kararında, protokollerin 1990 tarihli bağımsızlık bildirgesi ile çelişemeyeceğine karar vererek, bu işbirliği ve çözüm çabasını bağımsızlık bildirgesine aykırı bulmuş ve işlerlik kazanmasının önüne geçmiştir.

23 Nisan tarihli Başbakanlık tarafından yayımlanan tâziye bildirisi, her şeye rağmen Türkiye’nin attığı, cesaret dolu yeni bir adım olmuştur. 

Sonuç

Başbakanlık tarafından yayınlanan bildiri, daha önceki protokol ve çözüm çabalarından daha ileri bir adımı göstermektedir. Bildiri ile, 20. yüzyılın başındaki savaş şartlarında hayatlarını kaybeden Ermeniler için torunlarına taziyede bulunan Türkiye; etnik ve dini kökeni ne olursa olsun yüzlerce yıl bir arada yaşamış, ortak bir tarih ve kültür inşa etmiş Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer Osmanlı halklarını adil hafıza perspektifinden geçmişe bakmaya ve ortak yeni bir gelecek inşa etmeye davet etmektedir.

*Bu yazı, sde.org. sitesinde 25.04.2014 tarihinde yayınlanmıştır.

Kategoriler: Yazılar