Okuma Süresi: 8 dakika

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’de 4. yılına giren iç savaşı  Anadolu Ajansı’na değerlendirdiği röportajında, iç savaşın geçtiği aşamaları şu sözlerle özetliyordu. “Önce keskin nişancılarla başlayan, sonra şehirlerin kuşatılarak tank ve top ateşleriyle bombardıman altında tutulmasıyla devam eden, hava bombardımanıyla büyük tahrip güçlü bombardımanlarla şehirlerin yerle bir edildiği, daha sonra Scud füzeleriyle uzaktan hedeflerin vurularak tahrip edildiği ve nihayet kimyasal silah ve varil bombalarıyla son bir yıl içinde kendi halkına savaş ilan eden ve bunu uygulayan bir rejimin olağanüstü zulmünü ve baskısını gördük”

Her şey lise öğrencilerinin duvar yazısıyla başladı

Tunus’ta pazarcılık yapan Muhammed Bouazizi’nin tezgâhına polis tarafından el konulmasını protesto için 17 Aralık 2010’da kendisini yakması, bir anda baskıcı rejimlere karşı Arap halkların isyanını ateşlemişti. Tunus’ta başlayan protestolar kısa sürede Mısır, Libya, Yemen’ede yayılarak, rejimlerini protesto eden halk hareketlerine dönüştü.

Baskıcı Arap yönetimlerinin demokratikleşmesini talep eden ve Arap Baharı adını alan bu hareket Suriye’de de karşılık buldu. 26 Ocak 2011’de  Hasan Ali Akleh Suriye rejimini protesto etmek amacıyla kendisini yakarak intihar etti. Arap baharından etkilenen Suriye’li 11 lise öğrencisinin, 6 Mart 2011 gecesi Deraa sokak duvarlarına “Halk rejimi devirmek istiyor”, “Sıra sende doktor” yazıları Suriye’de yeni bir dönemin habercisi oldu. Ertesi gün çocuklar muhaberat tarafından evlerinden alındı, günler sonra 11 çocuktan 9’unun işkenceye uğramış cesetleri ailelerine teslim edildi. Basit bir duvar yazısına Baas rejimin verdiği bu tepki Suriye rejimi ile halkı karşı karşıya getirdi. Deraa’da binlerce kişinin katıldığı protesto gösterileriyle bu zulüm protesto edildi. Protestolar diğer şehirlere de sıçradı.

Bu gelişmeler karşısında devlet başkanı Beşar Esad 29 Mart’ta hükümeti feshettiğini açıkladı. 30 Mart’ta halka hitap eden Esad, olaylarla ilgili “halkın haklı taleplerinin olduğunu ama bunun yanında bir komployla karşı karşıya olduklarını” ifade etti. Kürtleri bu protestolardan uzak tutmak amacıyla 7 Nisan 2011’de sayısı yüz binleri bulan ve vatandaşlık hakkından mahrum bulunan Kürtlere vatandaşlık sözü verdi. 19 Nisan’da ülkede 48 yıldır uygulanan “olağanüstü hal” bir kararnameyle kaldırıldı. Ancak bu karar gösterilerin durmasına yetmedi.

Suriye ordusu 26 Nisan’da Dera’ya girdi, göstericilere karşı tanklar kullanılmaya başladı. Mayıs sonuna gelindiğinde rejim güçleri tarafından açılan ateş sonucu ülke çapında ölen protestocu sayısı 1000’i aşmıştı.

Batı Ülkeleri Suriye’ye yaptırım kararı alıyor

Rejimin ordu eliyle halkına katliam yapması, uluslararası alanda Suriye rejimine yönelik baskıları gündeme getirdi. Avrupa Birliği ülkeleri, 10 Mayıs’ta “barışçıl gösteri yapanlara yönelik şiddet uygulandığı” gerekçesiyle Suriyeli 13 üst düzey yöneticiye yaptırım kararı aldı. Beşar Esad 18 Mayıs 2011’de yaptığı açıklama da güvenlik güçlerinin protestoları bastırırken “hata” yaptığını ve bu hatanın tekrarlanmayacağını ifade etti. Ama sözünü tutmadı.  Sivil halka yönelik şiddetin devam etmesi üzerine, AB’nin yaptırım uygulanacak Suriyeli yetkililer listesine 23 Mayıs’ta Beşar Esad da dâhil edildi.

11 Temmuz’da ABD dışişleri bakanı Hilary Clinton, Beşar Esad’ın ABD gözünde meşruiyetini kaybettiğini açıkladı. ABD Başkanı Barack Obama, 18 Temmuz’da Esad’i ilk kez istifaya çağırdı. 8 Ağustos’ta BM Güvenlik Konseyi Suriye’yi kınadı.

Türkiye’nin tavrı

Suriye’de protesto gösterilerinin ilk işaretlerinin gelmesiyle birlikte, Türkiye Beşar Esad’a sürekli demokratik reform yapma çağrısında bulundu. 06 Şubat 2011’de Asi nehri üzerinde Türkiye-Suriye Dostluk Barajı’nın temelinin atılması sırasında Başbakan Erdoğan, Suriye’ye açıktan reform yapma çağrısında bulundu ve “Mısır’dan ders alınmalı” dedi. Devam eden süreçte Türkiye Esad yönetimine sürekli itidal ve reform tavsiye etti.

Muhalefete karşı şiddet dozunun artması üzerine, 1-2 Haziran 2011’de Antalya’da “Suriye’de Değişim Konferansı” yapıldı. Bir araya gelen Suriye muhalefeti, konferans sonucunda, 31 kişiden oluşan bir komite teşkil etti. 19 Haziran’da Suriye’deki bütün siyasi güçlerin temsilini teminen muhalefetin bir “Ulusal Konsey” oluşturduğu açıklandı.

31 Temmuz’da Türk Dışişleri, Suriye’deki olayların gidişatından endişe duyduğunu belirten bir açıklama yayınladı ve Suriye hükümetine şiddeti durdurması tavsiyesinde bulundu. Şiddetin artarak devam ettiği sırada, 9 Ağustos’ta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Beşar Esad ile görüştü. Yaklaşık 6 saat süren görüşme sonrasında Esad, reform yapma sözü verdi. Bu temas, Türkiye ile Suriye rejimi arasındaki son yüz yüze görüşme oldu.

Bu görüşmeden beklenen sonuç çıkmadı. 16 Ağustos’ta Ahmet Davutoğlu, Suriye’nin bir an evvel şiddete son vermesini, aksi takdirde atılacak adımlar ile ilgili konuşulacak bir şey kalmayacağını söyledi. 21 Eylül’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri askıya aldığını ve yaptırımlara katılacağını açıkladı. Avrupa Birliği’nin Mayıs ayında aldığı Suriye’ye yaptırım kararına Türkiye Eylül sonunda iştirak etmiş, bu tarihe kadar Suriye’de demokratik reformlar yapılması umudunu korumuştu. 23 Eylül günü Türkiye, Suriye’ye silah ambargosu uygulayacağını bildirdi. 30 Kasım’da Suriye’ye uyguladığı yaptırımları genişlettiğini duyurdu.

Dünya kamuoyunda Suriye rejimine yönelik aleyhteki oluşumun karşısında üç devlet yer aldı: İran, Rusya ve Çin.  4 Ekim’de Suriye’ye yaptırım kararının onaylandığı BM Genel Kurulu’nda, yaptırım kararı Rusya ve Çin tarafından veto edildi. Ancak, artan uluslararası baskılar karşısında Suriye yönetimi, 2 Kasım’da şiddet ve sivillere karşı saldırıların acilen durdurulması yönündeki Arap Birliği inisiyatifini kabul ettiği açıkladı.

Baas Rejimine destek vermeyi sürdüren Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 14 Aralıkta Batılı ülkelerin Beşar Esad’a karşı tutumunu ‘ahlak dışı’ olarak niteledi ve muhaliflerin kınanmasını istedi.

Suriye muhalefetinin kurumsallaşması

19 Haziran’da Suriye’deki bütün siyasi güçlerin temsilini sağlamak üzere “Ulusal Konsey” teşkil edildi. Muhalefet, 29 Temmuz’da direnişi tek merkezden yönetmek üzere Özgür Suriye Ordusu’nun kurulduğunu açıkladı.

11 Eylül’de, Suriye muhalefetinin önderleri, muhalif fraksiyonları birleştirilmek amacıyla İstanbul’da bir araya geldiler. Yapılan çalışmalar sonucunda, 2 Ekim’de “Suriye Ulusal Konseyi (SUK)” nin kuruluşu resmi olarak ilan edildi. 3 Ekim’de İstanbul’da toplanan Suriyeli muhalif gruplar, uluslararası müdahaleye karşı çıktıklarını belirten bildiri yayımlayarak, Esad rejiminin “ayrım gözetmeksizin insan öldürmesini” bir an önce durduracak uluslararası eylem çağrısı yaptı.

BM’nin Suriye Özel Temsilcisi ataması ve barış arayışları

Suriye rejimi ile halk arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı, muhalefetin organize olma çabalarının arttığı, uluslararası kamuoyunun Suriye rejimi destekçileri ve karşıtları olarak saflarının belirginleştiği 2011 yılını takip eden 2012 yılı Şubat ayında, BM’nin eski Genel Sekreteri Kofi Annan, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi olarak atandı.

24 Şubat’ta Türkiye’nin girişimleri ile oluşturulan Suriye’nin Dostları Grubu ilk toplantısını Tunus’ta düzenledi. Bu toplantıda Suriye Ulusal Konseyi, Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanındı.

AB dışişleri bakanları, 27 Şubat’ta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad istifa çağrısı yaparak, Şam yönetimine yaptırımları ağırlaştırdı. AB, yedi bakana daha vize yasağı getirdi ve mal varlıklarını dondurdu.

Suriye, 27 Mart’ta BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın ülkedeki kanlı çatışmaları sona erdirmek amacıyla hazırlanan altı maddelik planını kabul ettiğini açıkladı. Suriye devlet televizyonu, 19 Nisan’da Suriye ile BM arasında ateşkes protokolünün ön anlaşmasının imzalandığını duyurdu.

6 Mayıs’ta Suriye’de yarım asırdan sonra ilk “çok partili” seçim için oy verme işlemi başladı. Esad, 3 Haziran’da parlamento açılışında, ülkesinin ”gerçek bir savaş ve yok etme planı” ile karşı karşıya olduğunu belirterek, dış güçleri suçladı.

İşler iyice çığırından çıkıyor

Seçimle birlikte Suriye’de iç savaşın sona ereceği beklentileri boşa çıktı. Rejim güçleri halka yönelik şiddeti daha da artırdılar. Hatta BM gözlemcilerine ateş açılarak faaliyet göstermelerine izin verilmedi. BM Genel Sekreteri Ban Ki Mun, “Esad meşruiyetini kaybetti, Suriye iç savaşın eşiğinde, katliamlar şok edici” açıklamasını yaptı.

Suriye rejimi Türkiye’ye yönelik hasmâne bir tutuma yöneldi. 22 Haziran’da uluslararası hava sahasında seyretmekte olan bir Türk jetini düşürdü. Türkiye angajman kurallarını değiştirerek saldırıya cevap verdi. Olayın tekrarlanması halinde gerekenin yapılacağını açıkladı. Bunu takiben 18 Temmuz’da, Suriye’nin başkenti Şam’da Suriye Milli Güvenlik Kurulu’na bir intihar saldırısı düzenlendi. Pek çok kurul üyesinin öldüğü saldırıyı Özgür Suriye Ordusu üstlendi.

Çalışmalarında başarı sağlayamayana BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, 2 Ağustos’ta görevinden istifa etti.  BM Genel Kurulu, 3 Ağustos’ta Esad’ı istifaya çağıran Suriye karar tasarısını kabul etti.

17 Ağustos’ta Cezayir asıllı El-Ahdar El-İbrahimi BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilciliğine getirildi.

Muhalefet ”Suriye Ulusal Koalisyonu” kuruyor

Ekim 2011’de İstanbul’da ilan edilen Suriye Ulusal Konseyi (SUK)’nin toplumsal muhalefeti toparlayıcı bir yapı gösterememesi üzerine, 11 Kasım 2012’de Doha’da toplanan muhalefet “Suriye Ulusal Koalisyonu(SMDK)” adı altında daha geniş bir yapı tesis etme kararı aldı. Başkanlığına Muaz el-Hatib seçildi. Türkiye ve AB, Suriye halkının tek meşru temsilcisi olarak Suriye Ulusal Koalisyonu’nu tanıdığını açıkladılar.

Batı’nın Suriye muhalefetine bakışı değişiyor

ABD yönetimi, 11 Aralık’ta Şam yönetimine karşı mücadele veren “Nusra Cephesi” ni yabancı terör örgütleri listesine aldı. Batı dünyasının, Esad’ın meşruiyetini yitirdiği ve gitmesi gerektiğini ilan eden ve muhalefete destek veren duruşundan uzaklaşmaya başladığı görüldü. Muhalefetin İslamcı kimliğinin ortaya çıkmasıyla, bu defa Esad’lı bir çözümün de mümkün olabileceği telaffuz edilmeye başlandı. Bu tutum değişikliğinde en büyük etkinin, İsrail’in güvenlik kaygısı olduğu anlaşılıyordu.

2013 Haziran’ında Suriye’nin siyasi geleceğini belirlemek üzere 1.Cenevre Konferansı toplandı.  Konferans sonunda 30 Haziran 2013 tarihinde Cenevre Bildirisi yayınlandı. Bildiride, tam yürütme gücüne sahip içinde rejim ve muhaliflerden temsilcilerin yer alacağı geçiş hükümeti kurulması, özgür ve çok partili seçim için yeni kurumların kurulması talep ediliyordu. Ancak muhalefeti kimin temsil edeceği, Beşar Esad’ın Suriye’nin geleceğindeki rolünün ne olacağı konularındaki anlaşmazlıklar nedeniyle ikinci toplantı bir türlü gerçekleştirilemedi ve çözüm hususunda mesafe alınamadı.

Batı’nın Esad’lı bir çözüme razı olduğunu gün yüzüne çıkaran olay, Esad güçlerinin Şam’ın Doğu Guta Banliyösü’ne 21 Ağustos 2013’te düzenlediği kimyasal saldırı oldu. Saldırıda 1300 kişi ölmesine rağmen ABD ve diğer batı ülkeleri müdahale yerine, Şam yönetimi ile kitle imha silahlarının imhasını öngören bir mutabakatı tercih ederek Esad yönetimini rahatlattı. Hatta Rusya daha ileri giderek, bu kimyasal saldırıları muhaliflerin düzenlediği yolunda kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Tavır değişikliğini meşrulaştırması bakımından Batılı ülkeler Rusya’nın muhalefet aleyhine oluşturduğu bu algıyı desteklemeyi tercih ettiler.

  1. Cenevre Konferansı’ndan bir buçuk yıl sonra, 22 Ocak 2014 tarihinde İsviçre’nin Montrö kentinde yaklaşık 40 ülkenin dışişleri bakanı ve temsilcisinin katılımıyla 2. Cenevre Konferansı gerçekleştirildi. Bu konferansa Şam rejimi ile birlikte, İslami Cephe ve PYD dışındaki diğer muhalif guruplar SMDK çatısı altında katıldı. Bu konferansta ilk defa hükumet ve muhalefet aynı müzakere masasında buluşturuldu. Esad rejimi kitlesel silah kullanımını bir avantaja dönüştürdü ve bu silahları imha sözü karşılığında, konferansta meşruiyetini devam ettirmekte olan bir hükumet gibi muhatap alındı. ABD ve AB ülkelerinin Suriye halk direnişin başlamasından beri savunduğu Esad rejiminin meşruiyetini yitirdiği iddiaları havada kalmış oldu. Ama bu konferansta elle tutulur hiçbir gelişme sağlanamadı.

Muhalefetin durumu

Rejime karşı mücadele vermek için 29 Temmuz 2011’de Özgür Suriye Ordusu kurulmuş olmasına rağmen ÖSO beklenen iradeyi gösterip, silahlı mücadelenin merkezi olmayı başaramadı. Bu başarısızlıkta bir yandan muhaliflerin etnik ve dini farklılıkları etkili olurken, diğer tarafta ideolojik farklılıklar da merkezi bir otorite kurulmasına mani oldu. Bu ayrışma ve güçlerin merkezileşememesi, rejim güçlerine belli bölgelerde hakimiyetini devam ettirme ve muhalifleri birbirleriyle çatıştırtma imkanı verdi. Süreç içerisinde, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) dışındaki muhalifler dört farklı mücadele merkezi olarak ortaya çıktılar. El-Nusra, IŞİD, PYD ve İslami Cephe.

Bunlardan El-Kaide bağlantılı El-Nusra ve IŞİD birbirlerine rakip hale geldiler ve birbirleriyle çatışmaya başladılar. IŞİD, rejime destek vermek, muhalefeti zayıflatmak ve muhalefeti terörist olarak algılatmak üzere rejim tarafından desteklenen örgüt olmakla suçlandı. Birbirleriyle alan hakimiyeti konusunda çatışmakta olan diğer muhalif grupla IŞİD’e karşı ittifak ettiler. IŞİD halen Rakka Vilayeti’nin büyük çoğunluğunu, Deyr ez Zor Vilayeti’nin bir kısmını ve buradaki bazı petrol alanlarını, Atmeh, al-Bab, Azaz ve Jarablus sınır kapılarını kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

PKK/KCK çizgisinde hareket eden PYD, Suriye’nin kuzeyinde Barzani’ye yakın Kürt partilerini silahlı gücü YPG marifetiyle sindirmeyi başardı. PYD, Beşar Esad rejimi ile ittifak içinde oldu ve rejim askerleri kuzeyde çekildikleri pek çok yerleşim yerini PYD’ye teslim etti. Öcalan/Barzani çizgisine muhalif olarak, İran ve Rusya’nın uluslararası alanda himayesi altında alternatif bir Kürt temsiliyeti elde etmeye çalıştı. PYD, Suriye’deki Kürtleri cihatçıların katliamından koruyan yegâne güç olarak takdim edildi. Cezire, Kobani ve Afrin’de kantonlar ilan ettiler.

Özgür Suriye Ordusu’ndan ayrılan İslamcı guruplar 2013 Kasım ayında “İslami Cephe” yi kurdular.  Kürt İslami Cephesi de bu ittifakta yer aldı. İslami Cephe halen en güçlü silahlı gurup olarak rejime ve onunla işbirliği yapan IŞİD’e karşı savaşan örgüt durumundadır.

Sonuç

Türkiye’nin “Komşularla Sıfır Sorun” politikası çerçevesinde, Suriye ile iyi ilişkiler geliştirdiği, hatta ortak bakanlar kurulu bile teşkil edildiği bir dönemde, Türkiye ve Suriye’nin ortaklıktan düşman kardeşlere dönüşmesindeki en büyük iki faktör Suriye rejiminin demokratik reformların tabii sonucu olarak nihayete erecek olan rejimin Şii/Nusyri kimliğinden vazgeçmemesi ve bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımındaki tercihi olmuştur.

Körfezde, Katar ile İran arasında bölünmüş bölgede yer alan devasa Güney Pars gazının Katar, Suudi Arabistan, Suriye ve Türkiye ile işbirliği içerisinde Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması projesine karşılık İran öncülüğünde bir Şii Enerji Hattı oluşturma projesi Beşar Esad’ın aklını çelmiştir.  İçinde İran, Irak ve Suriye’nin de yer aldığı bir Şii Enerji Hattı oluşturma fikri ve buna Rusya’nın destek vermesi,  Suriye’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerini kökten değiştirmiştir. Akdeniz’deki Rus deniz üssü Tartus yakınlarında dev bir gaz sahasının keşfedilmesi, Suriye’nin bu yeni ittifak sisteminin içinde yer almasını teşvik etmiş, Rusya’nın bölgeye ilgisini daha da artırmıştır.

Kaynak: http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2013/08/02/7139/iran-irak-suriye-dogalgaz-boru-hatti-dengeleri-degistirir-mi

İran, Irak ve Suriye tarafından 25 Haziran 2011’de imzalanan bir anlaşma ile, 10 milyar dolara mal olacak ve 3 yıl içinde tamamlanacak 5.600 km uzunluğunda, yıllık 40 milyar metreküp taşıma kapasiteli bir hattın yapılması kararlaştırılmıştır. Bu hatla taşınacak gazın İran-Irak-Suriye yolunu izleyerek Akdeniz’den AB pazarına sunulması projelendirilmiştir. Avrupa’ya gaz satış tekelini korumak isteyen Rusya, Türkiye’nin bir enerji merkezi olmasını önlemek üzere, Şii Enerji Hattı projesine destek vermiştir. Bunun sonucu olarak Esad rejimi, halkının demokratik taleplerini bastırmak için halkına karşı yürüttüğü savaşta en büyük desteği, Şii Enerji Hattının diğer ortaklarından (İran ve Şii Maliki yönetimindeki Irak’tan), Şii Hizbullah Örgütü’nden ve Rusya’dan görmüştür.

Arap Baharı ile birlikte Mısır, Tunus ve Libya’da İhvan çizgisine yakın İslamcı hükumetlerin iktidara gelmesine ilaveten Suriye’de de İslamcı bir partinin iktidara gelmesi ihtimalini güvenliği için tehlikeli bulan İsrail gayri resmi de olsa Esad yönetimini desteklemiş, İslam düşmanı Baas rejiminin devamı için ABD ve diğer batılı ülke yönetimlerini etkilemiştir. Suriye’de iç savaşın başlamasından sonra Kuzey İsrail sahili açıklarında keşfedilen Tamar doğal gaz sahası İsrail’i bu çatışmada daha belirgin rol oynamaya sevk etmiştir.

Suriye’nin geleceğinin büyük oranda; İran, Irak, Lübnan, İsrail, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi rakip enerji politikasına sahip bölge ülkeleriyle, ABD, AB, Rusya ve Çin gibi enerji hatlarının kontrolünü elinde tutmak isteyen diğer güçlerin projelerinden hangisinin kazanacağına göre belirleneceği anlaşılmaktadır.

ABD ve AB ülkelerinin muhalefetine rağmen, Rusya’nın cesaretlendirmesiyle, Mart ayında Kırım’ın Rusya’ya katılmayı tercih etmesi, ABD ve AB ülkelerini korkutmuştur. Bu gelişmenin, enerjide Rusya’ya bağımlılığı artan AB’yi alternatif enerji politikalarını desteklemeye yöneltmesi, dolayısıyla Akdeniz’de yine Rusya’nın kontrol ve himayesindeki Şii Enerji Hattı’nın gerçekleşmesi için lüzumlu olan Esad rejiminin devamına göz yummaması icap etmektedir.  Rusya’nın kontrolü dışındaki Türkiye’nin öncülüğünde projelendirilen alternatif gaz hattının Batılı ülkeler tarafından desteklenmesi tabii olarak Beşar Esad rejiminin gidişini hızlandıracaktır. Öte yandan, Irak seçimlerinde İran yanlısı Maliki yönetiminin iktidardan uzaklaşması ile, Şii enerji hattında çatlak oluşması da ihtimal dâhilindedir.

Sonuç olarak, Ocak 2014 itibariyle 150 bini aşkın kişinin ölümüne, 600 bin kişinin yaralanmasına, 6,5 milyon kişinin evlerini terk etmesine, yaklaşık 2,5 milyon Suriye vatandaşının ülkesini terk etmesine sebep olan bu savaşın bir an önce bitmesi vicdan sahibi her insanın gönülden temennisidir.

*Bu yazı, SD Dergisi Nisan 2014 53’üncü sayısında yayınlanmıştır. 

Kategoriler: Yazılar