Okuma Süresi: 8 dakika

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 26 Kasım 2013 tarihinde aldığı kararla  2014 yılını “Filistin Halkıyla Dayanışma Uluslararası Yılı” ilan etmişti.

16 Ocak 2014’te Filistin Halkıyla Dayanışma Yılı programı açılışı için BM’de düzenlenen  törene mesaj gönderen BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon “Bu yıl, iki devletli çözüme ulaşma ve 1967’den beri süregelen İsrail işgalinin sonlandırılması için kritik bir yıl olacak. Ayrıca bu yıl, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve İsrail devleti ile Filistin devletinin birbirlerinin meşru haklarını tanıyarak barış ve güvenlik içinde yan yana yaşamaları için de önemli bir yıldır” ifadelerini kullandı.

Ban Ki-moon yaptığı açıklamada, başta İsrail ve Filistinliler olmak üzere uluslararası toplumun tüm üyelerine çağrıda bulunarak, Ortadoğu’da kalıcı barış için ortaklaşa çaba sarf edilmesini, İsrail ve Filistin’in taahhütlerini aktif biçimde hayata geçirmesini ve iki tarafın Güvenlik Konseyi kararları, Madrid İlkeleri, Arap Barış Girişimi ve ikili anlaşmalar uyarınca müzakere yoluyla iki devletli çözüme varmaları gerektiğini ifade etti.

Doğu Kudüs’ün başkenti olduğu bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması ile sonuçlanmasını temenni ettiğimiz bu yılda, yoğun şekilde devam edeceği anlaşılan müzakereler esas olarak dört meselenin çözümü üzerinde yoğunlaşacaktır. Bunlar; Kudüs şehrinin statüsü, topraklarından zorla göç ettirilen Filistinli mültecilerin durumu, müstakbel Filistin Devleti’nin sınırları konusu ve işgal altındaki Filistin topraklarında hızla çoğalan Yahudi yerleşimlerinin ne olacağı meseleleridir.

Müzakereye konu bu problemleri doğuran tarihi gelişmeler ve çözüm çabaları bu yazımızda ele alınacaktır.

İsrail Devleti’nin kurulması

“İngiliz hükümetinin Filistin’de Yahudiler için bir devlet oluştu­rulmasını desteklediği” ni açıkladığı 1917 tarihli meşhur Balfour Deklarasyonunun ilanından sonra Siyonist hareket, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmak için harekete geçti ve bütün dünya Yahudilerini İsrail’de toplayabil­mek için yoğun bir çalışma yürüttü.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin’de bir İngiliz Manda Yönetimi kuruldu. Siyonist hareket, İngiliz Mandası kurulmasından İsrail’in bağımsızlığını ilan ettiği 1948 yılına kadar geçen sürede, kuru­lacak Yahudi devletinin siyasi, sosyal ve ekonomik temellerini oluşturmak üzere çaba gösterdi. Değişik coğrafya ve kültürlerden gelen toplama Yahudilerden bir millet oluşturmaya çalıştı.

I.Dünya Harbi’nin bitmesinden sonra İngiltere, Amerika’nın yardımıyla Filistin meselesini Birleşmiş Milletler‘e götürdü ve Araplarla Yahudiler arasındaki meselenin çözüme kavuşturulmasını istedi. BM, Kasım 1947‘de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına, Kudüs şehrine ise BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanınmasına karar verdi. Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar kararı reddetti.

Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948’de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile, İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Bu ilandan birkaç saat sonra, Mısır, Suriye ve Irak kuvvetleri İsrail’e savaş açtı, ancak savaş İsrail’in galibiyetiyle sonuçlandı. 11 Mayıs 1949’da Birleşmiş Milletlere üye olarak kabul edilen İsrail’i kısa sürede dünyanın birçok ülkesi tanıdı.

1949 yılında ateşkes ilan edildiğine İsrail, 1947 taksim planında elde ettiği % 56’lık Filistin toprağını % 78’e çıkarmıştı. İsrail savaştığı her Arap ülkesi ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzaladı. Savaşa girmiş olan Ürdün Batı Şeria’ya, Mısır da Gazze Şeridi’ne asker yığdı. Kudüs’ün kontrolü ise batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölündü. Gazze ise Mısır’ın oldu. Böylece, İsrail ile Ürdün, Suriye ve Mısır arasında “ateşkes sınırları” diye bilinen sınırlar çizildi.

Savaşın bir diğer sonucu, ilerleyen yıllarda katmerleşecek olan mülteci problemine yol açması oldu. 700.000 Filistinli evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındı. Yurtlarını terk eden Filistinlilerin 250.000’i Gazze’ye yerleştirildi. Buna tepki olarak, Arap ülkelerinde yaşayan bir milyon civarındaki Yahudi ülkelerinden kovuldu ve bunların çoğu İsrail topraklarına yerleşti. Yeni kurulan İsrail devletine dünyanın dört bir yanından göçen Yahudi nüfusla, demografik yapı çoğunluğu oluşturan Arapların aleyhine dönmeye başladı.

BM Güvenlik Konseyi 11 Aralık 1948 tarih ve 194 sayılı kararıyla; Dönmek isteyen Filistinli mültecilerin ülkelerine dönmelerinin en mümkün şekilde gerçekleşmesine ve komşularıyla barış için yaşamalarının temin edilmesine, İsraillilerin tazminat ödemeye mahkûm edilmesine, Filistin için Birleşmiş Milletler’de bir uzlaştırma komisyonu kurulmasına karar verdi.

1967 Altı Gün Savaşı

5 Haziran 1967’de İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasında 6 gün sürecek bir savaş başladı. Bu savaşta Arap İttifakı’na Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir’de asker ve silah yardımıyla katıldılar. İsrail Hava Kuvvetleri’nin Suriye, Ürdün ve Mısır Hava Kuvvetlerini imha etmek suretiyle kazandığı bu savaşı sona erdiren ateşkes anlaşması imzalandığında, İsrail Mısır’dan Sina’yı, Suriye’den Golan Tepelerini ve Ürdün’den Batı Şeria’yı ve Doğu Kudüs’ü ele geçirmiş, sınırlarını altı günde 2,5 kat genişletmişti.

BM Güvenlik Konseyi 22 Kasım 1967 tarihli 242 sayılı kararıyla, “Filistin topraklarının silahlı güçler eliyle işgal edilmesini” kınadı ve İsrail Ordusu’nun işgal ettiği bölgelerden çekilmesini istedi. Kararda “BM, bölgedeki her ülkenin siyasi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü garanti altında tutar” ifadesi yer aldı.

1968 yılında İsrail’in “işgal ettiği toprakları devletine kattığını” açıklaması üzerine BM Güvenlik Konseyi, 21 Mayıs 1968 tarih ve 252 sayılı kararıyla, İsrail’in tedbirlerinin geçersiz olduğunu,  gerçekleştirilen eylemin Kudüs’ün statüsünün değiştirilmesine yönelik bulunduğunu ve İsrail’in bu tarz girişimlerden men edildiğini ilan etti.

İsrail’in kazandığı bu topraklar uluslararası hukuk tarafından işgal edilmiş topraklar olarak kabul edildi ve Yahudiler ile Filistinliler arasındaki problemin ana kaynağı haline geldi.

İsrail’in bu savaşı kazanması tüm dünya Yahudileri nezdinde İsrail devletinin kalıcı olduğu inancını pekiştirdi ve İsrail’e Yahudi göçünü hızlandırarak demografik yapıdaki Yahudi karakterinin ağırlık kazanmasına sebebiyet verdi.

1973 Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı)

İsrail’in 1967’de işgal ettiği toprakları terk etmesini sağlamak üzere, Birleşmiş Milletler toplantılarından, ABD-Rus görüşmelerinden bir şey çıkmayacağını düşünen Mısır, Ürdün ve Suriye, ordularını yeniden teçhiz ederek İsrail’le bir savaş hazırlığına başladılar. İsraillilerin en büyük bayramını kutladığı gün (Yom Kippur), yani 6 Ekim 1973 günü Mısır ve Suriye orduları Golan ve Sina üzerinden İsrail’e taarruz ettiler. İsrail bu taarruzu durdurduktan sonra karşı saldırıya geçti. BM’nin 22 Ekim ve 24 Ekim tarihli ateşkes kararlarına uymayan İsrail, 26 Ekim günü Barış Gücü’nün gelmesiyle ateşkese uydu. Bu savaş sırasında Mısır-Suriye kuvvetleri 8500, İsrail ise 6000 kayıp verdi.

Bu savaşın bitmesinden sonra, OPEC (Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Birliği) ülkeleri savaşta İsrail’i destekleyen batılı ülkeleri cezalandırmak için petrol üretimini kısıp, İsrail destekçisi ülkelere petrol ambargosu koydular. Mart 1974‘e kadar devam eden ambargo, petrol fiyatlarını yükseltti ve tüm dünya ekonomisini krize soktu.

Camp David Anlaşması

Kasım 1977’de Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın Kudüs’e gitmesiyle birlikte, Orta Doğu ve Filistin meselesinde bir yeni dönem başladı. Bu ziyareti takiben Mısır ve İsrail arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin aracılığı ile doğrudan görüşmeler yapıldı. 1978 Eylül ayında Camp David sözleşmeleri olarak bilinen 2 adet “çerçeve barış” sözleşmesi imzalandı. Diğer  Arap Devletlerinin çoğunun ve FKÖ’nün itirazlarına rağmen, Amerikan Başkanı Jimmy Carter, İsrail Başbakanı Menahem Begin ile Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ı bir araya getirdi. 12 gün süren gizli görüşmelerin sonunda, Mısır ve İsrail arasında 26 Mart 1979’da Camp David adı verilen barış antlaşması imzalandı. Anlaşma iki devlet arasındaki fiili savaşı sona erdirirken İsrail 1967’den beri işgali altında bulundurduğu Sina yarımadasını Mısır’a geri verdi. Bir Amerikan projesi olan Camp David Anlaşmasıyla birlikte, İsrail’in güvenliğini merkeze alan ve dış yardımlarla bağımlı hale getirilen Mısır’ın garantör olduğu yeni bir bölgesel sistem kurulmuş oldu. Bu anlaşma Arap Birliği Zirvesi’nde kınandı.

30 Temmuz 1980’de,  İsrail Parlamentosu Knesset tarafından onaylanan “Kudüs Yasası” ile, Kudüs’ün bütün ve birleşik olarak İsrail’in başkenti olduğu kabul edildi. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 478 no’lu Kararı ile, bu kanun geçersiz olduğunu ve vakit kaybetmeden iptal edilmesi gerektiğini ilan etti.

İki Devletli Çözüm İçin Barış Görüşmeleri

İsrail, 17 Temmuz 1981’de Beyrut’u bombalamıştı. Bunu, 14 Aralık 1981’de Golan Tepeleri’ni ilhak etmesi takip etti. Bölgede yaşanan sıcak gelişmeler üzerine toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Filistin’de barışı sağlamak üzere uluslararası bir konferans toplanmasına karar verdi. İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri ve diğer bazı ülkeler bu konferansa karşı çıktılar.

İsrail 3 Haziran 1982’de Londra büyükelçisinin bir saldırı sonucu yaralanmasını bahane ederek 6 Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal etti ve 2000 senesine kadar sürecek olan bu işgal sonu­cunda İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) Güney Lübnan’dan çıkardı. FKÖ’nün bıraktığı boşluk daha sonra Lübnan üzerinde en etkili güç haline gelecek olan Hizbullah tarafından dolduruldu.

15-16 Eylül 1982 günlerinde İsrail, Filistin mülteci kampları olan Sabra ve Şatilla’ya kanlı bir saldırı düzenledi. Saldırılarda 991 Filistinli hayatını kaybetti. 1980-1982 yılları İsrail’in Lübnan ve Filistin’i sindirmek için kanlı saldırılar düzenlediği yıllar oldu.

 Reagan Planı

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan, 1 Eylül 1982’de “kalıcı, adil ve uzun soluklu bir barış” için işgal altındaki Filistin topraklarında Ürdün ile işbirliği içinde Filistinlilerin bir özerk yönetim kurmalarını teklif etti. Reagan ayrıca İsrail yerleşimlerinin dondurulmasını istedi. “Reagan Planı” diye adlandırılan plan Güvenlik Konseyinin 242 (1967) ve 338 (1973) sayılı kararlarında yansıtılan “barış için toprak” formülü üzerine kuruldu.

Aynı ay içinde, 1982 Eylül’ünde, Fas’ın Fes kentinde Arap Ülkeleri Teşkilatı 12. Zirve Toplantısı yapıldı. Bu zirvede,  İsrail’in 1967’de işgal ettiği bölgelerden çekilmesi, işgal edilen Filistin topraklarındaki İsrail yerleşimlerinin boşaltılması, Filistinlilerin kendi kendilerini yönetme haklarının teyid edilmesi ve Birleşmiş Milletler’in kontrolü altında gerçekleşecek bir geçiş döneminin ardından bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını talep eden bildiri kabul edildi. “Fes Bildirisi” olarak adlandırılan bu bildiri aynı zamanda Güvenlik Konseyi’nden “bağımsız Filistin Devleti de dâhil olmak üzere bölgedeki bütün devletler arasında” barışı teminat altına almasını istedi. BM Genel Kurulu da Arap barış planına sıcak bakmaya başladı.

Filistin Meselesi Uluslararası Konferansı

1981’de toplan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı karar çerçevesinde, “Filistin Meselesi Uluslararası Konferansı” 29 Ağustos-7 Eylül 1983 tarihleri arasında Cenevre’deki Birleşmiş Milletler ofisinde yapıldı. Konferansta 117’si tam katılımcı, 20’si gözlemci olmak üzere, FKÖ’nün de dâhil olduğu 137 devletin temsilcileri bir araya geldi.  Konferansta Filistin Bildirisi oy birliği ile kabul edildi. Devletlerden, Birleşmiş Milletler kuruluşlarından,  hükümetler arası ve sivil toplum örgütlerinden  katkıda bulunmaları istenen “Filistin Haklarının Edinimi için Çalışma Programı” onaylandı.  Konferansta, Arap-İsrail ihtilafı ile ilgili olarak  Birleşmiş Milletler himayesinde bütün tarafların eşit katılımıyla bir Orta Doğu Uluslararası Barış Konferansı düzenlenmesinin şart olduğu sonucuna varıldı. BM Genel Kurulu, Cenevre Konferansından alınan bu çağrıyı desteklediğini açıkladı.

Filistin İntifadası

1987′nin Aralık ayında bir İsrail kamyonuyla Filistinli işçileri taşıyan iki kamyonetin çarpışmasının ardından dört Filistinlinin öldürülmesi üzerine, Filistinli gençler İsrail yönetimine karşı, “intifada” adı verilen bir direniş hareketi başlattılar. İşgal altında büyüyen gençlerin başlattığı bu ayaklanma kısa sürede işgal edilmiş toprakların tamamına yayıldı. Önce İsrailli askerlerin taşlanmasıyla başlayan olay daha sonra yollara barikatlar kurma, lastik yakma, askeri araçlarla yollar kapatma gibi eylemlerle devam etti. Başlangıçta bölgesel olan bu direniş kısa zamanda Batı Şeria’ya ve Gazze Şeridi’ne yayıldı.

İntifada hareketi, dünyanın ilgisiz kaldığı Filistin meselesini yeniden dünyanın gündemine taşıdı. FKÖ, intifadanın kazandırdığı güç ve güvenle diplomatik girişimlerini sürdürerek,  15 Kasım 1988′ de Cezayir de, Batı Şeria ve Gazze’yi kapsayan, Doğu Kudüs’ün başkent, Yaser Arafat’ın devlet başkanı olarak belirlendiği Filistin Devleti’nin kuruluşunu ilan etti. Arafat, uzun bir aradan sonra ABD ile yeniden temasa geçti. ABD, FKÖ’yü tanımadan önce Arafat’ın 242 sayılı BM kararını kabul etmesini, İsrail’i tanımasını ve terörizmi reddetmesini istedi. Cenevre’de toplanan bu kurulda Arafat kendinden istenilenleri dolaylı da olsa yerine getirdi ve ardından şu açıklamayı yaptı: “Ortadoğu’daki çatışmanın tüm taraflarının barış ve güvenlik içinde yaşama hakları olduğunu tanıyoruz. Unutulmasın diye terörizmin her biçiminden vazgeçtiğimi tekrarlıyorum.”

1991 Madrid Konferansı

1991 Ekim’inde Madrid’de, İsrail’le Filistinlileri ve Suriye, Lübnan ve Ürdün gibi Arap devletlerinin hepsini bir araya getiren bir konferans düzenlendi. Bu konferans, Arapların ve İsrail’in doğrudan görüşmeleri açısından sembolik bir öneme sahipti. Konferans’ta topraklardan çekilme karşılığında barış prensibi üzerinde duruldu. Barış anlaşmasının altyapısını hazırlayabilmek için İsrail ile Suriye, Lübnan, Ür­dün ve Filistin arasında silahların kontrolü, su ve mülteciler gibi meseleleri tartış­mak için iki taraflı görüşmelerin başlatılması öngörüldü. Bir Filistin Devleti’nin kurulması için ikili görüşmelerin yapılması kararlaştırıldı.

1993 Oslo Anlaşması

Madrid Konferansı’nın ardından, İsrailliler ve Filistinliler Norveç’in ev sahipliğinde sekiz ay süren gizli görüşmeler yaptılar. Bu görüşmeler, 13 Eylül 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması’yla ve İsrail- FKÖ Prensipler Deklarasyonu ile sonuçlandı. Bu deklarasyon esas olarak, İsrail’in FKÖ’yü Filistin halkının meşru temsilcisi olarak kabul etmesini, bunun karşılığında FKÖ’nün de İsrail’in güvenli sınırlar içinde var olma hakkını tanıdığını ilan etti. Deklarasyon da yer alan diğer hükümler; İsrail Hükümeti ile FKÖ arasında İsrail askerlerinin Gazze Şeridi ve Eriha’dan çekilmeleri ile baş­layan beş yıllık bir geçiş dönemi uygulanması için bir anlaşma yapılmasını, savunma ve dış ilişkiler hariç olmak üzere, Batı Şeria’nın büyük bir kesiminde yönetimin Filistin otoritesine teslim edilmesini sağlayacak geçici bir dönemin belirlenmesini öngörüyordu.

Bu anlaşma, Bill Clinton, İzhak Rabin ve Yaser Arafat’ın Nobel Barış Ödülü almasına vesile oldu. Oslo Anlaşma­sı’nın ardından, 1994 yılında İsrail ile Ürdün arasında barış an­laşması imzalandı ve Ürdün, İsrail’i tanıyan ikinci Arap devleti oldu. Fakat toprak karşılığında barış fikrine karşı olan İsrailli aşırı sağ guruplar ve özellikle yerleşimciler, Oslo Anlaşmasını imzalayan Başbakan İzhak Rabin’i 1995 yılında bir suikastle öldürdüler. Rabin’in öldürülmesi barış sürecinin devam ettirilmesine bir süre sekte vurdu.

20 Ocak 1996’da FKÖ lideri Yaser Arafat, Filistin Özerk Yönetimi’nin başkanı seçildi.

7 Temmuz 1998’de BM Genel Kurulu Filistin delegasyonuna gözlemci statüsü verdi. 23 Ekim 1998’de İsrail ile Filistin arasında Wye River Memorandum’u imzalandı. Anlaşma, Batı Şeria’da uygulanmak üzere ‘geçici nitelikli’ barış için toprak verilmesini öngörüyordu.

4 Eylül 1999’da, İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Arafat, Şarm El Şeyh’te barış müzakerelerini yeniden başlattı. 13 Eylül’e kadar tam kapsamlı nihai barış anlaşmasının hazırlanması ve 1 yıla kadar bu anlaşmanın imzalanması ilkesi kabul edildi. İsrail askerlerinin çekilme takvimi belirlendi, Filistin’e liman yapma hakkı tanındı. İsrail ve Filistinli yetkililer, güvenlik sorunlarıyla ilgili bilgi değişimi konusunda işbirliği yapmayı kabul etti.

9 Mart 2000’de Barak ve Arafat Şarm El Şeyh’te tekrar buluştu, barış müzakereleri için yeni takvim belirlendi. 20 Temmuz 2000’de Camp David’de ABD Başkanı Bill Clinton’ın gözetiminde Arafat ve Barak, 9 günlük kapalı maraton zirve yaptı. Anlaşma çıkmadı, ancak iki lider görüşmeleri sürdürme kararını koruduklarını söyledi.

İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın ilk defa Kudüs’te Filistin ve İsrail’e ait iki başkent olabileceğini ifade etmesi üzerine, İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron barış çabalarını sabote etti. 28 Eylül 2000 günü Şaron’un Mescid-i Aksa’ya yaptığı provakatif bir gez yaptı. Bu Filistinlilerin tepkisine neden oldu ve El-Aksa intifadası başladı.

Dergimizin gelecek sayısında yayımlanacak olan ikinci bölümde, El-Aksa intifadasından sonraki gelişmeler ve barış müzakerelerinin geleceği konu edilecektir.

*Bu yazı, SD Dergisi’nin Şubat 2014, 51’inci sayısında yayınlandı. 

Kategoriler: Yazılar