“İşledikleri kötülükler kendilerine ceza olarak döndü. Bunlardan haksızlığa sapanlar da yaptıkları kötülüklerin cezasını çekeceklerdir. Onlar Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.” (Zümer Suresi, 51.Ayet)
İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un 24 Aralık Pazar gecesi yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında, “Düşman sadece içimizdeki çatlakları görmeyi, birbirimizle kavga etmemizi bekliyor, aynı zamanda hem önceki günlerde hem de geçmişteki çatışmaları, tartışmaları, egolar arasındaki mücadeleleri, siyasi çekişmeleri de görüyorlar. Sonraki günlerde aramızdaki çatlakları görünce kutlama yapıyorlar.”[1] sözleriyle birlik çağrısı yapması, İsrail içindeki bölünmüşlüğün ve bir iç savaş ihtimalinin birinci ağızdan dile getirilmesi sebebiyle son derece dikkat çekiciydi.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog daha öncede ülkede bir iç savaş ihtimaline işaret etmişti. 15 Mart’ta hükümetin ülkeyi tartışmalara sürükleyen “yargı reformu” konusunda “iç savaş” uyarısında bulunarak, krizin aşılması için “Halk Tasarısı” önerisinde bulunmuştu.
Cumhurbaşkanının bu açıklamasından hemen sonra 18 Mart’ta, hükümetin yargı reformuna karşı 10. haftayı geride bırakan ve gittikçe artan gösterilere ilişkin twitter hesabından açıklamada bulunan Eski Savunma Bakanı ve Mavi-Beyaz İttifakı lideri Benni Gantz da “Burada (İsrail’de) bir iç savaş çıkmasından korkuyorum. Bunlar öfkeden kaynaklanan kehanetler değil, gerçekçi sözler. Halkımın içinde yaşıyorum ve nasıl parçalandığımızı görüyorum.” sözleriyle toplumun parçalanması ve iç savaş riskini dile getiriyordu.
Dikkat çekilen iç savaş korkusu, İsrail toplumunun parçalı yapısı göz önünde bulundurulduğunda ciddi haklılık payına sahip görünmektedir.
İsrail toplumunda dini ve siyasi bölünmüşlük
İsrail, halkının tamamına yakını, kendisi ya da ebeveynleri dünyanın farklı ülkelerinde doğup sonradan İsrail’e göç etmiş olup çok uluslu, çok kültürlü bir toplum yapısına sahiptir.
Bu gruplar, dindarlık seviyelerine göre Hilonim (Dindar Olmayan Yahudiler %49), Masortim (Gelenekçi Yahudiler %29), Datim (Milliyetçi-Dindar Yahudiler %13) ve Haredim (Ultra-Ortodoks Yahudiler %9) olmak üzere dört ana gruba ayrılırlar.[2] Bu grupların genellikle sadece kendi içlerinde evlenmeyi, birbirleri içinde arkadaşlık kurmayı tercih etmeleri dolayısıyla toplumda kompartımanlar halinde yaşayış söz konusudur.
Aşkenaz Yahudileri kendilerini Haredim ve Hilonim olarak tanımlarken Sefarad/Mizrahi Yahudileri kendilerini Datim ve Masortim’in olarak tanımlamaya eğilimliler. Masortimlerin çoğu (%57) ve Hilonimlerin ezici çoğunluğu (%90), Halakha(Yahudi Şeriatı)’nın İsrail’deki Yahudiler için resmi kanun haline getirilmesine karşı çıkıyor.[3]
Söz konusu dini gruplaşma, oy verdikleri partiler yoluyla doğrudan İsrail siyasetine de yansımakta, seçim ittifaklarına ve koalisyon hükümetlerine şekil vermektedir. Masortim (Gelenekçi Yahudiler)in dindar ve laik Yahudiler arasında geçişkenliği bulunduğu görülmektedir.
İsrail’i kaosa sokan siyasi istikrarsızlık
Gerek İsrail’in parçalanmış toplum yapısı gerekse seçimleri düzenleyen Temel Kanun hükümleri sebebiyle İsrail 2018’den beri çok ciddi siyasi krizlerle boğuşmaktadır.
Seçimleri düzenleyen Temel Kanun’a göre, hükümetin kurulması için, 120 milletvekilinden oluşan Knesset’te en az 61 milletvekilinin desteğini sağlaması şarttır. Ancak, 1948’den günümüze kadar hiçbir parti tek başına 61 milletvekilini Knesset’e gönderememiş ve bu sebeple İsrail’de tek parti iktidarı tecrübesi hiç yaşanmamıştır. Hükümetler, farklı partilerin bir araya gelerek kurduğu koalisyonlarla teşkil edilmiştir. Koalisyon ortaklarını belirlemede yukarıda bahsettiğimiz dini eğilimlerin tercihi önemli rol oynamıştır.
Kurulan koalisyon hükümetlerinin başarısız olmaları sebebiyle İsrail, 2018 yılından itibaren 4 yıl içinde beş kez (24 Haziran 2018, 9 Nisan 2019, 17 Eylül 2019, 2 Mart 2020 ve 1 Kasım 2022) seçime gitmek zorunda kalmıştır.
Son yapılan 1 Kasım 2022’deki seçimlerinde de bir koalisyon hükümeti kurmak üzere partiler seçim ittifakları yaptılar. Seçimlerin ardından; Likud Partisi 32, aşırı sağcı müttefikleri Dini Siyonizm, Yahudilik Gücü ve Noam’ın listesi 14, Ultra Ortodoks partiler; Şas 11 ve Birleşik Tevrat Yahudilik 7 milletvekiliyle Netanyahu bloku 120 sandalyeli Mecliste 64 sandalye kazanarak çoğunluğu elde etti. Netanyahu başbakanlığında kurulan 37. Hükumet “ülke tarihinin en sağcı hükümeti” olarak siyasi tarihte yerini aldı.
Şaibeli Başbakan Netanyahu’nun yolsuzluk davaları
Bugün İsrail siyaseti ve toplumunda yükselen ayrışma ve kamplaşmada Başbakan Netanyahu hakkındaki yolsuzluk iddiaları önemli bir yer tutmaktadır.
İsrail Başsavcısı, “rüşvet, emanete ihanet ve kişisel sakatlıklar için sorumluluk kullanma” suçlamalarıyla Netanyahu hakkında 21 Kasım 2019’da üç ayrı yolsuzluk dosyası üzerinden dava açmıştır. Bu dosyalar, 1996-1999 ve 2009-2021 yılları arasında başbakanlık yapan Netanyahu’nun görevi sırasında işlediği iddia edilen suçlarla ilgiliydi ve Netanyahu görevdeyken yargılanan ilk İsrail Başbakanı olarak tarihe geçmişti.
Halkın önemli bir kısmı yolsuzluk suçlamasına muhatap bir başbakan tarafından yönetilmeyi içine sindirememektedir.
Yeni hükumetin tepki çeken icraatları ve bitmeyen protestolar
Netanyahu’nun kabinesi, 29 Aralık’ta Meclis’ten güvenoyu alarak göreve başladı. İsrail Adalet Bakanı Yariv Levin, 5 Ocak’ta hükümetin yargının yetkilerini kısıtlamasını ve iktidarın yüksek yargıç atamalarında söz sahibi olmasını öngören “yargı reform” paketini açıkladı.
Netanyahu hükümetinin açıkladığı yargı reformu, muhalefet tarafından “hükümetin yargıya darbesi” ve “diktatörlük darbesi” olarak nitelendirildi. Muhalefet ve sivil toplum örgütleri, emekli genelkurmay başkanları, eski istihbaratçılar, denizaltı subayları, hava kuvvetleri, ekonomi ve yargıda üst düzey görevlerde bulunmuş olanlar gibi birçok kesimden tepkiler yükseldi. Savaş pilotları, denizaltı subayları ve diğer elit birliklerin yer aldığı binlerce İsrailli, gönüllü yedek askerlik görevini bırakma kararı aldı. Her hafta cumartesi günü ülke genelinde yüz binlerce kişinin katıldığı kitlesel protesto gösterileri başladı.
Sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, bazı milletvekilleri, emekli komutanlar tarafından Yüksek Mahkeme’ye yasanın iptali için başvurular yapıldı.
Netanyahu koalisyonu, kamuoyu tepkilerine aldırış etmeden yargı reformlarından birini 24 Temmuz’da koalisyonun 64 oyuyla Meclisten geçirdi. Kamuoyunu dikkate almayan bu tavır hükümete olan tepkiyi daha da artırdı.
Yine, hükümetin işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yasa dışı Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesine, aşırı sağcı isimlere Batı Şeria’da ve güvenlik alanında kritik görevler verilmesine yönelik icraatları da kamuoyunu rahatsız ediyordu.
Yüzbinlerce kişinin katıldığı protesto gösterileri sebebiyle toplum sert biçimde ikiye ayrılmış, kamuoyu baskısıyla Netanyahu hükümeti istifanın eşiğine gelmişti.
Aksa Tufanı sonrası yaşanan travma
Kassam Tugaylarının 7 Ekim Aksa Tufanı saldırısıyla birlikte bütün İsrail toplumu bir şoka girdi. Ordunun, istihbaratın, hükümetin haberi olmadan 1200 kişinin öldürüldüğü, 250’ye yakın kişinin esir alındığı bir baskın söz konusuydu. Bu dünyanın en gelişmiş istihbaratlarından birine sahip olduğuna, dünyanın en güçlü ordularından birisi tarafından korunduğuna inandırılmış olan toplumun yaşadığı acı bir travmaydı. Çünkü Batı Şeria’yı ilhaka odaklanan devlet kurumları Gazze’den böyle bir saldırı beklemiyorlardı.
Başbakan Netanyahu bu utanç verici acziyetten ordu ve istihbaratı sorumlu tuttu. Toplumun tepkisini siyasetin üzerinden uzaklaştırıp asker ve istihbarata yönlendirmeye çalıştı. Siyaset ve asker arasında ciddi bir güven bunalımı doğmuştu ve birbirlerine ağır sözler sarf ediyorlardı. Hamas’tan intikam alma duygusu iktidar ve muhalefeti 7 Ekim’den sonra bir araya getirdi. Birbirlerine olan düşmanlık savaş sonrasına ertelendi.
Ancak bu süreçte, Netenyahu hükumeti ile toplum arasında yeni krizler ve fay hatları oluşmaya başladı. Haaretz gazetesi başta olmak üzere bazı medya organlarında yayınlanan röportaj ve görüntülerde festival alanındaki gençlere, kibutzlarda yaşayan halka ateş edenin İsrail helikopterleri ve tankları olduğuna dair bilgiler ve görüntüler yer aldı. Bu haberler İsrail hükümeti tarafından hızla sansürlendi ve yayın yasağı getirildi. Ne var ki, öldürülenlerin ailelerinin içine derin bir şüphe düşmüş oldu.
Öte yandan, 24-30 Kasım tarihlerinde gerçekleşen ilk takas işleminden sonra Hamas’ın esir aldığı kalan İsraillilerin değişimine Netanyahu hükümetinin ilgisiz kalması, yaptığı rehine kurtarma operasyonlarında ve havadan bombalamalarda İsrailli rehinelerin öldüğünün ortaya çıkması rehine ailelerini öfkelendirmiş durumda. Her gün meydanlarda Hamas’la hemen ateşkes yapması, rehineleri evlerine getirmesi ya da istifa etmesi çağrıları yapılıyor.
Yine, savaşta Hamas tarafından öldürülen ve yaralanan asker sayısının binlerce olduğu ve gerçek sayının İsrail halkından saklandığı iddiaları doğru çıkarsa, İsrail muhalefetini kimse evinde tutamaz. Hele de göze aldıkları bu kadar maliyetin karşılığında Hamas’ı yok etme hedefi gerçekleşmez ise (ki gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını askerler bile itiraf ediyor)…
Ve buna bir de yerleşimci/işgalcilere artık tüm dünyada suçlu/terörist muamelesi yapılacak olmasını eklemek lazım. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki aşırı dinci 700 bin yerleşimci de İsrail devleti için bir başka problem kaynağı haline gelecek. Gazze savaşı sırasında aşırı sağcılara dağıtılan on binlerce silah, aşırı sağcı hükümetin devrilmemesi için, muhtemeldir ki muhalefete karşı patlayacak.
26 Aralık’ta İsrail’in Kanal 14 televizyonuna konuşan Eski Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, İsrail’in Hamas’a karşı savaşı kaybettiğini, zafere ulaşmanın tek yolunun Netanyahu’nun görevden ayrılmasıyla mümkün olacağını söyledi. Netanyahu’yu devirecek protestoları organize etmek için çalıştığını belirten emekli general protestolarda kan dökülebileceğini, özellikle aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir destekçilerinin ateş açabileceğine dikkat çekti.
İsrail’deki siyasi ve toplumsal parçalanmışlık, taraflar arasında karşılıklı güvensizlik ve nefret göz önünde bulundurulduğunda, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve Mavi-Beyaz İttifakı lideri Benni Gantz’ın İsrail içinde yakın bir iç savaşın başlayabileceğine dair ikazlarının çok ciddi temelleri olduğu ortadadır.
Diaspora Yahudilerinin dışlanma korkusu
İsrail Gazetelerinin Diaspora Yahudilerine ilişkin haber ve analizleri, 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan sonra Diaspora Yahudilerinin içinde yaşadıkları ülkelerin halklar tarafından dışlanmaya başladıklarını gösteriyor.
İsrail’in yaptığı katliamlara çoğu batılı hükümetlerin açık destek vermesinden, en azından suskun kalmasından cesaret alan Siyonist Yahudiler halkların da İsrail’i onaylayan bir tutum takınacağını bekliyordu. Ama öyle olmadı. Sosyal medyanın sağladığı bilgi ve haberler sayesinde İsrail’in insanlık dışı katliamlarını herkes gördü. 18 Aralık günü, dünya Katoliklerinin lideri Papa Franciscus Vatikan’da yaptığı konuşmada İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşı “Bu Terördür!” diye tanımladı.
7 Ekim’den sonra bütün dünyada İsrail zulmüne karşı küresel bir intifada yükseldi. Verilen bağımsızlık mücadelesi ve buna İsrail’in katliamlar ile cevap vermesi Hamas direnişine tüm dünyada ve Arap dünyasında yıllardır görülmemiş bir popülerlik ve statü kazandırdı. Bütün batı başkentlerinde, şehirlerinde Siyonist devlete karşı aralıksız protesto gösterileri düzenlenirken, halklar niçin kör ve sağırlar diye kendi yöneticilerini sorgulamaya başladılar. Ve kendi yönetici siyasi elitleri üzerindeki güçlü Yahudi nüfuz ve hakimiyetini fark ettiler.
Antisemitizm şemsiyesi altında rahat ve ayrıcalıklı bir hayat süren diaspora Yahudilerine de tepkiler yönelmeye başladı. Çünkü birçoğu İsrail’in Gazze’deki katliamlarını destekliyor hatta İDF saflarında savaşmaya gidiyordu. Yahudiler verdikleri röportajlarda, korku sebebiyle kendi aralarında İbranice konuşmayı bıraktıklarını, Yahudi sembol ve işaretlerini sümen altı ettiklerini, hatta çocuklarını Yahudi okul ve sinagoglara göndermekten çekindiklerini ifade ediyorlar.
Filistinlilere verilen destek ve Yahudilere yönelik ortaya çıkan tepki en çok ta ABD diaspora Yahudilerini şaşırttı.
CBS News tarafından 6-8 Aralık’ta yapılan bir ankette, katılanların yüzde 61’inin Başkan Biden’ın “İsrail-Hamas savaşını ele alış şeklini” onaylamadığı ortaya çıkmıştı.
11 Aralık’ta The Jerusalem Post’ta yayımlanan “İşte 7 Ekim’den sonra Yahudi yaşamı nasıl değişti?” başlıklı araştırma, analistlerin, aktivistlerin, hahamların ve uzmanların yazılarından yapılan derleme ile ABD’de yasayan Yahudilerin 7 Ekim sonrasında nasıl bir yalnızlık ve terk edilmişlik duygusuna kapıldıklarını gösteriyor. [4]
Bunlardan tarihçi Sara Yael Hirschhorn’a ait şu değerlendirme çok çarpıcı:
“Savaş sona erdiğinde İsrail, dünya kamuoyu adına savaşı kaybetmiş olacak. Üniversite kampüslerinde, medya masalarında veya sokak protestolarında olup bitenler burada kalmayacak; bu durum Demokrat Parti içinde İsrail’e verilen desteği zaten aşındırdı, ABD Dışişleri Bakanlığı isyanda, askeri üst düzey yetkililer bölgesel bir savaştan korkuyor; geveze sınıf İsrail’in mutlak kınanmasını talep ediyor. Batılı hükümetlerin çoğu, yasa koyucuları işlerini ahlaki netlik yerine seçerken ve onların temsilcileri BM kararlarını bile kabul edemiyorken, huzursuz nüfusun sokaklarında yürüyüşünü (ara sıra durup camları kırmak ve 21. yüzyıldaki Kristallnacht’ta sokaktaki Yahudileri dövmek için dururlar) izliyor, yasa koyucular işlerini ahlaki netliğe tercih ediyor ve temsilcileri ‘Hamas’, ‘İsrail’ veya ‘rehineler’ kelimelerini kullanan BM kararlarını bile geçiremiyor.”
Yine aynı gün (11 Aralık) The Jerusalem Post’ta yayımlanan YouGov/The Economist’in anket verilerine göre her beş Amerikalıdan biri Yahudi halkına yönelik Holokost’un bir efsane olduğuna inanıyor. 18-29 yaş aralığında İsrail ve Yahudiler ile ilgili algı daha olumsuz. Bu yaş grubunun önemli bir kısmı (%23) Holokost’un abartıldığına, İsrail’in bir apartheid devleti olduğuna (%32) ve İsrail’in bilinçli olarak Filistin halkını yok etmeye çalıştığına (%40) inanıyor.[5]
22 Aralık tarihli The Jerusalem Post’un “ABD’li genç seçmenler İsrail’in bir sonraki güvenlik sorunu mu olacak?” başlıklı haberinde de; ABD demografik grupları içinde seçmenlerin neredeyse yarısı (%46) Filistinlilere karşı daha fazla sempati beslerken, İsrail’in yanında yer alan yalnızca %27’lik bir kesim var. Yüzde 28’lik dikkate değer bir kesim, İsrail’in İsrail-Filistin çatışmasının barışçıl çözümüne yönelik gerçek kararlılığı konusunda şüphe duyuyor. Ayrıca katılımcıların yüzde 50’ye yakını İsrail’in kasıtlı olarak Filistinlilere zarar verdiğine inanıyor ve yaklaşık yüzde 75’i İsrail’in sivil ölümlerini önlemek için yeterli çaba göstermediğini iddia ediyor.
Anketler doğru çıkarsa ve genç neslin inançları değişmezse, genellikle kaya gibi sağlam olduğu düşünülen ABD-İsrail ittifakı, giderek büyüyen anti-düşman dalgasıyla silinip giden okyanusta bir kum yığınına dönüşebilir. İsrail’in öfkesi Kongre’ye ve Beyaz Saray’a yerleştirdiği politikacılara da yansıyacak, değerlendirmesi ile kaygılarını ifade ediyor.[6]
Sonuç
7 Ekim Aksa Tufanı, İsrail’in korkunç sivil katliamlarına yol açmış olsa bile Filistin davasını dünyanın ilk gündemine taşıdı, Doğu Kudüs başkentli birleşik bir Filistin devleti gerekliliğini dünya kamuoyuna kabul ettirdi. BM üyesi 193 devletin çok büyük bir kısmının İsrail karşıtı pozisyon almasını sağladı.
Bununla birlikte, bütün bir dünyanın gözünü açarak küresel düzende İsrail istisnacılığını ortaya serdi. İsrail’in şişirilmiş itibarını yerle bir etti. BM’nin görevini yerine getirmede acziyetini ortaya koyarak insani, ahlaki yeni bir küresel düzen ihtiyacını herkese hissettirdi.
İsrail, Filistin halkı karşısına bu savaşı her bakımdan kaybetti.
Ama İsrail bakımından asıl kaos savaş durduğunda ortaya çıkacaktır.
Yazımızda anlattığımız üzere, toplumsal ayrışma daha da derinleşecektir. Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve Mavi-Beyaz İttifakı lideri Benni Gantz’ın dillendirdiği gibi bir iç savaş kaçınılmaz olarak önlerine gelmektedir. Bütün bir Filistin halkını öldürerek yok etmeyi dini bir inanç haline getirmiş, bebeklerin öldürülmesinden bile hiçbir üzüntü duymayan, insanlığını ve merhametini yitirmiş bu cinnet-cinayet topluluğunun günü geldiğinde birbirine de acımayacağı aşikardır.
Diğer taraftan Yahudi diasporası da eski konforlu günlerini çok arayacak.
Gazeteci David Hearst bir yazısında İsrail’in akıbetini şöyle ifade etmişti: “Mitut Hamas” (Hamas’ın çöküşü) İbranice slogandır ve İsrail savaş kabinesinin amacıdır. İki ay süren böyle bir yıkımın ardından, bunu “Mitut İsrail” (İsrail’in çöküşü) şeklinde revize etseler iyi olur, çünkü bu savaşın henüz yaratabileceği etki bu olabilir.
Dipnot
[1] https://www.ynetnews.com/article/ry10gzuva
[2] Bkz. İsrail’deki Yahudi Toplum Yapısı: Dindarlık Analizi
https://insamer.com/tr/israildeki-yahudi-toplum-yapisi-dindarlik-analizi_1859.html
[3] Bkz. Israel’s Religiously Divided Society
https://www.pewresearch.org/religion/2016/03/08/israels-religiously-divided-society/
[4] https://m.jpost.com/diaspora/antisemitism/article-777478
[5] https://www.ynetnews.com/magazine/article/bkpe2kflp
[6] https://www.jpost.com/opinion/article-779114
*Bu yazı, 27 Aralık 2023 tarihinde SDE web sitesinde yayınlanmıştır.
https://www.sde.org.tr/sinan-tavukcu/genel/siyonistlerin-buyuk-korkusu-israilde-ic-savas-diasporada-dislanma-kose-yazisi-52332