Dünyanın içinden hızlı biçimde geçtiği sanayileşme, şehirleşme, modernleşme ve nihayet küreselleşme süreci, iletişim ağlarının yaygınlaşması ile birlikte, 1960’lardan sonra kapitalist Batı toplum yapısını değiştirmiş, buna paralel olarak toplumsal hareketleri de dönüştürmüştür. Bu dönüşümün sonucu olarak, heterojen bir kimliğe sahip olan ve bir hiyerarşisi bulunmayan yeni toplumsal hareketler örgütlü sınıf hareketlerinin yerini almıştır. İktidar talepli olmaktan çok, kimlik talepli olarak meydana çıkan sistem karşıtı bu hareketler ‘Yeni Toplumsal Hareketler’ olarak adlandırılmıştır.
Neo-liberal küreselleşme sürecinde, emek hareketinin sermaye ve devlet karşısında siyasal gücünün zayıflaması ile birlikte yeni toplumsal hareketlerin etki alanı da genişlemiştir.
2020 yılı başlarında, küresel çapta yaşadığımız koronavirüs salgını, muhtemelen yeni bir toplumsal hareketi ortaya çıkaracaktır.
Yeni toplumsal hareketlerin özelliği
Yeni toplumsal hareketlerin ayırt edici özellikleri; orta sınıf niteliği, eğitimli kesimlerde taban bulması, küreselleşme karşıtlığı, kitlesel şiddeti reddetme, alternatif medya araçlarının kullanımı ve kent odaklılık olarak sayılmaktadır.
Bu hareketler, bireylerin siyaset alanında var olma, müşterek taleplerinin bir araya gelerek kolektif bir talep haline dönüştürülmesinin aracı olmaktadır. Muhtelif talepleri iktidarın gündemine sokabilmek için farklı bileşenleri temsil etme, geçici ve gevşek siyasal ittifaklar kurma becerisini göstermek suretiyle daha fazla insanı kendi hareketlerine çekebilmektedir. Yeni toplumsal hareketler, iktidar talepli siyasi bir örgütlenme olmamaları dolayısıyla farklı kesimlerden, geleneklerden ve dünya görüşlerinden bireyleri belli bir konu etrafında birleştirebilmekte, küresel sorunlarda dünyanın geri kalanındaki benzerleriyle kolayca iletişime girebilmektedir
Kentler, kapitalizmin mekânsal simgesini oluştururlar. Kapitalist sistem içerisinde yaşanan toplumsal hareketler tabii olarak kentsel düzenin bir parçası biçiminde ortaya çıkmış, toplu yürüyüşler ve sokak gösterileri kent meydanlarını eylem sahası haline getirmiş, meydanlar yeni toplumsal hareketlerin ortak platformu haline gelmiştir.
Yine sosyal medya, yeni toplumsal hareketlerin iletişim sağlama, bilgi paylaşma ve örgütlenme alanı olarak önemli bir fonksiyon görmektedir. Sermayenin kontrolündeki ana akım medya karşısında, iletişim alanlarının oldukça güçlü ve verimli bir şekilde kullanılabileceğini ispatlamışlardır. Programlar, platformlar, ağlar, kampanyalar, gönüllü yardımlar ve sosyal medya yeni hareketin faaliyet sahaları olarak ortaya çıkmıştır.
Dönemler İtibariyle Yeni Toplumsal Hareketler
Yeni toplumsal hareketler kavramı, 1968 Hippy Hareketi ile birlikte ortaya çıkmış bir kavramı ve süreci işaret etmektedir. Bu nedenle, 1968-1999 dönemi Yeni Toplumsal Hareketlerin I. Dönemi olarak adlandırılmaktadır.
1999 yılının Aralık ayında ABD’nin Seattle eyaletinde DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü)’ne yönelik olarak gerçekleştirilen protesto eylemleri ile birlikte Yeni Toplumsal Hareketlerin II. Dönemi başlamıştır. 2008’e kadar devam eden bu süreçte protestolar, sermayenin ulusal ve uluslararası düzeyde örgütlenmesine imkân tanıyan çeşitli uluslararası kuruluşların kimliğine muhalif olarak gelişmiştir. 2000 yılında Dünya Ekonomik Forumuna (DEF) ve Dünya Bankası ile IMF görüşmelerine karşı olarak Davos ve Washington’da gerçekleştirilen gösteriler bunun örneklerindendir. Bunu 2001 yılında Zürih, Quebec, ve Göteborg kentlerinde gerçekleştirilen yeni eylemler izlemiştir.
Seattle sonrası yeni toplumsal hareketler, 2001 yılından itibaren düzenlenen DSF (Dünya Sosyal Forumu) toplantıları ile bir karşı örgütlenme girişiminde bulunmuşlardır. DEF karşıtı bir toplantı olarak örgütlenen DSF zamanla farklı organizasyonların, hareketlerin ve aktivistlerin çeşitli düzeylerde birleştiği bir oluşum halini almıştır. 2001 yılından beri DSF, dünyanın dört bir yanında bölgesel, yerel ve ulusal düzeyde yüzlerce toplantı düzenlemiştir. DSF’de ele alınan konular düzenlenen etkinlik sayısına göre; insan hakları ve eşitlik politikaları, sosyal ve ekonomik adalet, bilgi teknolojilerinin toplumsallaştırılması, yerel egemenlik ve haklar, uluslararası demokratik düzen, çeşitliliğin ve çevrenin korunması, barış ve sivilleşme, iletişim ve medya hakları, etik ve dini değerler, sanat ve direniş kültürü olarak sıralanmaktadır.
Yeni Toplumsal Hareketlerin III. Dönemi’nin ABD merkezli olarak, 2008 Krizinden sonra başladığı kabul edilmektedir. Yeni hareket, neo-liberal ekonomi politikalarının hâkim olduğu dönemde finansallaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Neo-liberal küreselleşme, yerel üretim süreçlerinin küresel değer zincirine bağlanmasını ve ticari liberalizmin kurallarının egemen hale gelmesiyle gerçekleşen bir süreci işaret etmektedir. Bu bağlamda Neo-liberal küreselleşme süreci, “finans güdümlü küreselleşme” olarak da tanımlanmaktadır.
Finans güdümlü küreselleşme; bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler sonucunda çok ciddi miktarlarda değerlerin oldukça kısa bir süre içerisinde tüm dünyayı dolaşmaya başlaması ile ortaya çıkmıştır.
Bu durum, uluslararası ticaretin, finans sistemlerinin ve işgücü piyasalarının kuralsızlaştırılmasına sebep olmuştur. Neo-liberal küreselleşme sürecinde sermaye, var olan tüm kuralları, siyasal sınırları aşmış ve neredeyse tüm ulusal ya da uluslararası yasal düzenlemelerden bağımsız hale gelmiştir. Finansallaşmanın yükselişi, zamanla reel sektör üzerinden gerçekleştirilen sermaye birikim süreçlerinin zayıflaması sonucunu doğurmuştur.
Finansallaşma sürecinde ortaya çıkan ekonomik krizler, işsizliğin artmasına ve emeğin kredilere bağımlı hale gelmek suretiyle sürekli borçlu konumda kalmasına neden olmuştur. Toplumun en yoksul kesimlerinin bile sisteme dahil edilmesini sağlayan bu sistem ABD’de şöyle çalışmıştır; konutların ipotek ettirilmesi suretiyle kredi alınması, emeklilik fonlarının borsaya yatırılması gibi finansallaşma süreci özendirilmiş, borsa yükseldikçe emekçi sınıfların kendilerini “varlıklı” hissetmeleri sonucunu doğurmuştur. Buna bağlı olarak tüketim harcamalarını artıran bu kesimler, milli gelirdeki payları düşmesine karşın tüketimlerini arttırmaya devam etmişlerdir. Böylece 2008 Krizinin nedenleri arasında yer alan “tüketimin geliri aşması paradoksu” ortaya çıkmıştır.
Finans güdümlü küreselleşmenin yarattığı olumsuzluklar, Yeni Toplumsal Hareketlerin III. Dönemi olarak adlandırılabilecek yeni bir hareketin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu olumsuzluktan etkilenenler nezdinde tabanını genişleterek yaygınlaşmış, kendi kavramlarını, tabanını, örgütlenme biçimini ve eylem modelini üretmiştir.
Fransa’da 2005 yılında başlayan ve aralıklarla da olsa biçim değiştirerek uzun süredir devam eden Banliyö Eylemleri, 2010 yılında Yunanistan’da neo-liberalizm karşıtı eylemler, 2010 yılı sonunda başlayan Arap Baharı, İspanya’da 2011 yılında “Gerçek demokrasi, hemen” sloganıyla yola çıkan Öfkeliler Hareketi, Haziran 2011’de ABD’de örgütlenen ve “Biz %99’uz” sloganı ile ortaya çıkan Wall Street’i İşgal Et eylemi, yine Londra’da 15 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilen ve uzunca bir süre etkili olan neo-liberalizm karşıtı “Birlikte İşgal” eylemleri, günümüzde hala devam eden Fransa’daki Sarı Yelekliler ve Çin hükümetinin suçluların iadesi yasasına karşı Hong Kong’da düzenlenen eylemler Üçüncü Dönem Yeni Toplumsal Hareketin örnekleri olarak görülmektedir.
‘Küresel Prekarya’ kavramının ortaya çıkışı
Finansal krizin etkilerinin çok kısa zamanda reel piyasalara sıçraması, üretimde, yatırımda, tüketimde ve istihdamda yaşanan olumsuzluklar ekonomik krize yol açmıştır.
Bu durum, mensuplarını işçiler, işsizler, yoksullar, kısacası toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalan tüm kesimlerin oluşturduğu yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. İşsizliğin artması, kamusal harcamaların ve sosyal güvenliğin azalması, vergi oranlarının yükselmesi, finansallaşmanın bir sonucu olarak batık kredilerin çoğalması, ekonomik eşitsizliğin toplumsal yapı üzerindeki olumsuz etkilerin derinleşmesi yeni toplumsal hareketin tabanını genişletmiş ve çeşitlendirmiştir.
Bu toplumsal hareketin kapsamına giren her bireyin “KÜRESEL PREKARYA” adı verilen kavramın bir parçası olduğu iddia edilmektedir.
Noam Chomsky prekaryayı “toplumun periferisinde geleceklerinden emin olmadan hayatlarını sürdüren insanların oluşturduğu topluluk” olarak tanımlamaktadır. Prekarya, kentteki güvencesiz yaşam ve çalışma şartlarının bir sonucu olarak “yarınının ne olacağını bilmeden yaşayan insan grupları” olarak da tanımlanmaktadır.
Sanayi devrimi sonrasının sistem karşıtı muhalefeti temsil eden ideoloji ve sınıfa dayalı proletaryanın yerini artık, hiyerarşisi olmayan, heterojen kimlikli, esnek ve geçici ittifaklara dayalı olarak hareket eden prekaryanın aldığı görülmektedir.
Sonuç
Yeni toplumsal hareketler, küreselleşmenin yıkıcı etkilerini gözler önüne serip, olumsuzlukları değiştirmek suretiyle sistemi daha adil bir hale getirmeyi istemiş, şimdiye kadar doğrudan bir sistem değişikliği talebinde bulunmamışlardır. Bu yaklaşım nedeniyle hareketlerin sistemi değiştirecek bir güce sahip olmadıkları genel bir kanaate sebep olmuştur.
Ancak, koronavirüsün bir salgın olarak kısa bir sürede bütün bir dünyayı sarması, insanları evlerine kapatması, ticari hayatı durdurması, ABD, Çin ve AB başta olmak üzere büyük küresel güçlerin vatandaşlarını koruma konusunda aciz ve çaresiz kalması herkesi şaşırtmış ve güven kaybına yol açmıştır. Sağlık sistemlerinin çöktüğü bu süreçte, birbirleriyle dayanışma halinde hareket etmesi beklenen devletlerin birbirlerinin sağlık malzemelerine korsanca el koymaları daha da şaşırtıcı olmuş, uluslararası hukukun sınırının güçlü devletlerin tahammülü kadar olduğunu ortaya koymuştur.
Bu süreçten bütün ülkelerin az çok fakirleşerek çıkacağı, işsizliğin olağanüstü artacağı, para politikasından başka her türlü enstrümanı önemsiz bulan hükümetlerin para basmak zorunda kalması sonucu enflasyonun artacağı öngörülmektedir.
İnsanlar ölmekten daha çok nasıl geçineceğinin, borçlarını nasıl ödeyeceğinin derdine düşmüş durumda. Küresel sistem ve güdümündeki devletler çözüm olarak halklarının bankalara gitmesini, düşük faizle kredi alarak hayatta kalmalarını, borçlanarak hayatlarını sürdürmeye çalışmalarını teşvik ediyor.
Şu açık ki; salgın hastalık sona erdiğinde yakınlarını kaybetmiş, büyük oranda işlerini yitirmiş olarak ayakta kalanlar, kendi devletlerini ve finans güdümlü küresel sistemi çok ciddi şekilde sorgulamaya başlayacaklar. Muhtemeldir ki; insanlar ortak düşman karşısında kendilerini yalnız ve çaresiz bırakan, finans sistemine yönlendirmekten başka çözüm bulamayan yönetimleri, insanları borç ve faiz batağında köleleştirmeye dayalı finansal sistemi sadece eleştirmekle kalmayacak, bu defa sistemi değiştirme talebiyle küresel çapta insan desteğine sahip Yeni Toplumsal Hareketleri ortaya çıkaracaktır.
Burada yapılması gereken; modern uluslararası sistemin yol açtığı zulüm ilişkisine son verecek insanı temel alan, adalete ve fıtrata dayalı yeni bir dünya düzeni inşası için seferber olmaktır. Çıkmaz içine sokulan, küresel sistemin köle haline getirmeye çalıştığı mağdurların beklenen tepkisi, adalet esaslı bir dünya düzeni fikrinin dünya halkları tarafından desteklenmesini ve sahiplenilmesini kolaylaştıracaktır.
*Bu yazı 5 Nisan 2020 tarihinde SDE.org sitesinden yayınlanmıştır