Okuma Süresi: 4 dakika

Afrika’nın göller ve nehirler ülkesi Ruanda, 26.338 km² toprağı ile Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya ve Uganda ile komşudur.

2018 sayımına göre Ruanda’nın 12,5 milyon olan nüfusunun %84 Hutu, %15 Tutsi, %1 Twa’lardan oluşmaktadır. Halkın %75’i Katolik Hristiyan %24’i Protestan Hristiyan, %15’i Müslüman, %11’i diğer dinlere mensuptur. 1,5 milyonu aşkın Müslüman nüfus Hutu ve Tutsi’ler arasında eşit şekilde dağılmış gibidir.

Ülkede Fransızca, İngilizce, Kinyarwanda ve Swahili resmi dil kabul edilmiştir.

2017 rakamlarına göre ülke milli geliri 9 milyar dolar, kişi başı ortalama milli gelir 772 dolardır.

Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve Doğu Afrika Birliği gibi uluslararası organizasyonlara üye olan Ruanda, 2009 yılından bu yana İngiliz Milletler Topluluğu’na da üyedir. Ruanda, tarihinde İngiliz sömürgesi olmamış olmasına karşın bu birliğe üye olan Mozambik’le birlikte iki ülkeden biridir.

Ruanda’da yerleşik ilk halkların M.Ö. 3000’li yıllarda Afrika kıtasının kuzeyinden gelerek Ruanda’ya yerleşen Twa’lar olduğu bilinmektedir. M.Ö 1500-700 arasında Bantu dillerini konuşan halklar Ruanda’ya göç etmiştir. Bantu göçleri sonucunda günümüzde ülkedeki iki büyük etnik grup olan Hutular ve Tutsiler Ruanda topraklarına yerleşmiştir.

Ruanda tarihinde Tutsiler daima yönetici sınıf olarak arazi sahibi olurken, Hutular daha çok tarım ve hayvancılıkla uğraştılar.

1600’lerde Tutsi Kralı Ruganzu Ndori, oluşturduğu askeri güçle Ruanda’nın merkezi ile birlikte Hutu’ların yaşadığı kırsal kesimleri de ele geçirerek hâkimiyet kurdu.

1853-1895 yılları arasında Ruanda kralı olan Tutsi Kigeri Rwabugiri Birleşik Ruanda Krallığını kurdu ve topraklarını genişletti.

1884’te yapılan Berlin Konferansı’nda Ruanda Almanya sömürge yönetimine bırakıldı. Almanya ancak 1894’ten itibaren bölgede otorite kurabildi. Alman orduları 1897’de Ruanda’yı tamamen işgal etti. Ruanda, misyonerlik faaliyetleri ile yoğun şekilde Hristiyanlaştırıldı.

1. Dünya Savaşı’nda Ruanda Almanya’nın elinden çıktı ve Belçika tarafından işgal edildi. Savaş sonrasında ülke Milletler Cemiyeti tarafından Belçika mandasına bırakıldı. Belçika, Tutsilere diğer etnik gruplara üstün bir halk olarak muamele etti ve ayırımcılık yaptı.

Ruanda, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1946 yılında Milletler Cemiyeti tarafından Belçika yönetiminde “Güvenli Bölge” ilan edildi.

Belçika’nın Tutsiler lehine ayırımcılığına karşı Hutular siyasi bir manifesto ilan ederek kendi siyasi partilerini kurdular. Hutuların siyaset arenasına inmesiyle birlikte Belçika, 1957’de Ruanda’da siyasi dengeyi sağlayabilmek için Tutsi Kralı V. Kigeri ile birlikte binlerce Tutsiyi sürgüne yolladı. 1959 yılında Tutsi Kralının tahttan indirilmesi, daha sonra Ruanda’nın 1961 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından Belçika, bu defa egemen siyasi güç haline gelen Hutuları destekleyen politikalar izlemeye yöneldi. Hutuların yönetime geçmesi ve Tutsilere karşı baskıların artmasından sonra birçok Tutsi ülkeyi terk etmeye başladı.

1973 yılına kadar devam eden Gregoire Kayibanda döneminde Hutu milliyetçiliğine dayalı katı politikalar uygulandı. Tutsiler kamu hizmetlerinden uzaklaştırıldı, eğitim imkânlarından yararlanmaları belli bir kotaya tabi tutuldu. Tutsilere karşı işlenen suçlar cezasız kaldı. Kayibanda’dan sonra ülkeyi 21 yıl yöneten Juvenal Habyarimana döneminde de ayrımcı uygulamalar devam etti. Belçika ve Fransa’nın etnik ayrıştırıcı politikalarının yönlendirmesiyle, 1994 yılında yaşanacak soykırımın zemini hazırlandı.

Ruanda’dan kaçan Tutsilerin geri dönmesini isteyen Tutsiler 1990 yılında Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF)’ni kurdular ve iktidardaki Hutulara saldırılar düzenlemeye başladılar.

1993’te Ruanda ve RPF arasında iç savaşı sonlandırmaya yönelik bir anlaşma imzalandı. Ancak Cumhurbaşkanı Habyarimana anlaşmayı uygulamamakta ayak diretti. İki taraf da birbirini uzlaşmayı engellemekle suçladı. Cumhurbaşkanı Habyarimana, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın yakın dostuydu. Hutular ve Tutsiler arasındaki iç savaşta Fransa, ülkedeki çıkarlarını korumak için bir Hutu olan Habyarimana’yı destekliyordu.

6 Nisan 1994’te Habyarimana, bulunduğu uçağa yapılan bir roket saldırısıyla öldürüldü. Ertesi gün Hutu kökenli ılımlı kadın Başbakan Agathe Uwilingiwimana’da öldürüldü. Fransa, çatışmaları daha fazla kışkırtmak için cumhurbaşkanının uçağını düşürmekle suçlandı.

7 Nisan günü, 100 gün sürecek olan dünyanın gördüğü en büyük soykırımlardan birisi başlatıldı.

Cumhurbaşkanı Habyarimana Arusha’nın uçağının düşürülmesinden Tutsileri suçlayan Hutular katliama başladılar. 1994 yılının Nisan ayından Temmuz ayına kadar olan yüz günlük süre zarfında, her gün, günde onbin kadın, erkek ve çocuk vahşice katledildi. Geride bir milyondan fazla katliama uğramış insan cesedi kaldı. Tecavüzün bir savaş silahı olarak kullanıldığı bu soykırımda üç yüz binden fazla kadın tecavüze uğramış, iki yüz binden fazla kadına AİDS virüsü bulaştırılmıştı.

Uluslararası toplum her zaman olduğu gibi bu soykırım karşısında da kayıtsız kaldı. Soykırım devam ederken Fransa, Hutu Ordusu’na silah sevkiyatını sürdürüyor ve orduyu eğitmeye devam ediyordu.

Temmuz 1994’te Bir Hutu olan Pasteur Bizimungu’nun başkan ve RPF komutanı Paul Kagame’nin başkan yardımcısı olduğu yeni bir hükümet kuruldu.

İşlenen soykırımı ortaya çıkarmak ve cezalandırmak üzere Gaçaça Mahkemeleri kuruldu. 2012’de tamamlanan yargılama neticesinde; soykırım sırasında 1.047.017 kişinin öldürüldüğü, öldürülenlerin 934.128’inin Tutsi olduğu, ölümlerin %59,3’ünün açık alanda, %12’sinin kiliselerde gerçekleştirildiği tespit edilmişti.

2000’de yapılan seçimler sonucunda Tutsi kökenli Paul Kagame ülkenin yeni cumhurbaşkanı seçildi.

Ruanda meclisi 2008 yılında aldığı karar ile 1994 yılında gerçekleşen soykırımdaki müdahale etmekteki yetersiz davranışından dolayı bir takım üst düzey yetkilinin adlarını da açıklayarak Fransa’yı suçladı. Fransa ise iddiaların kabul edilemez olduğunu belirterek reddetti.

7 Nisan 2014’te dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri General Ban ki-Moon olaylara zamanında müdahale edilmediği için Ruanda’dan özür dilerken, Papa Francis 2017 yılında Cumhurbaşkanı Kagame’den ‘kilisenin günahları ve başarısızlıkları’ ifadesini kullanarak kilisenin soykırımdaki rolünden dolayı özür diledi.

2000’den beri cumhurbaşkanı olan Kagame’nin iktidarı döneminde ülkede soykırımın izlerinin silinmesi için ülke bayrağı, milli marş ve yönetim yapısında köklü değişikliklere gidildi. Kimlik kartlarındaki “Hutu” ve “Tutsi” ibareleri kaldırılarak yerine “Ruandalı” ibaresi eklendi.

Sömürgecilerin iki etnik halkı birbirine düşman ederek menfaatlerini sürdürme politikalarını, katliamın 25’inci yılında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Paul Kageme şöyle ifade ediyordu:

“1994’te yalnızca cesetler vardı, şimdi ışıklar altındayız. Nasıl bu noktaya ulaştık? Artık Ruandalılar bir aile. Hiç kimse ve hiçbir şey artık, bir Ruandalı’yı öbürüne karşı getiremeyecek. Bu bizim kararlı hedefimizdir. 25 yıl sonra hepimiz hala buradayız, yaralı, kalbi kırık ama yenilmeden bir aradayız”

Ruanda’ya acı çektirmek isteyenlere sesleniyorum. Kimse bunu artık başaramayacak. Bunu yapmalarına izin vermeyeceğiz. Biz artık birlik içinde büyük bir güç olduk ve kimse bizim gücümüzü küçümsemesin.”

Ruanda’da işlenen Tutsi soykırımı sırasında uluslararası toplumun kayıtsızlığı, sessiz kalarak katliamcılara verdiği destek, kaos ve çatışma üzerine kurulu olan ve bundan beslenen Modern Uluslararası Sistem’in bütün değerleri ile çöktüğü bir trajedi olarak hafızalara kazındı.

Katliamın üzerinden geçen 25 yıl içerisinde Ruanda yönetimi ve halkı, bir yandan etnik ayrımcılığı önleyecek yasal düzenlemeleri yaparak, diğer yandan acıyı içine gömüp, toplumsal uzlaşma ve barışı tesis etmeye yönelik sosyal ve kültürel çabalarla dünyada eşine az rastlanır örnek bir model oluşturma yolundadır. Ruanda’nın, “Kanı kanla yumazlar, kanı su ile yurlar” Türk atasözünün hikmetine uygun gayretleri ülkelerini huzur ve istikrara kavuşturacak belki de tek yoldur.

Kategoriler: Yazılar