Okuma Süresi: 9 dakika

Anadolu Alevîliği-Kızılbaşlık, kökleri Türklerin İslâmiyet’i tanımaya başladıkları dönemlere dayanan ve tarih içerisinde tedricen oluşan, yaşadıkları tarihi tecrübeler ve iktisadi şartlarla şekillenen, müntesiplerinin yaşadıkları coğrafyaya göre birbirinden bazı farklılıklar gösteren bir İslâm anlayışı olarak ortaya çıkmıştır.

Alevîliğin, İslâm’ın yanı sıra Türklerin İslâm öncesi din ve kültürlerinden, yani Şamanizm ve onun özünü oluşturan “Gök Tanrı” kültü ile birlikte diğer kültlerin; Budizm ve Manihaizm gibi Orta Asya ve Mâverâünnehir coğrafyasına ait dinlerin ve kültürlerin muhtelif unsurlarını da içinde barındırdığı iddiası, konu üzerinde çalışan araştırmacıların ortak kanaati olmuştur.

Yesevi, Kalenderi, Haydarî ve Vefâî adlarıyla kendini sufi kalıplar hâlinde biçimlendiren ve XIV. yüzyılda Hurufilikten de etkilenen bu anlayış, Cumhuriyet’e gelene kadar, birisi Selçuklu Devletine karşı gerçekleşen Babai Ayaklanması, diğeri XV. Yüzyılda ortaya çıkan Safevi-Osmanlı çatışması dolayısıyla iki büyük kırılma yaşamıştır.

Birincisi Selçuklu Devleti, ikincisi Osmanlı Devleti tarafından temsil edilen merkezi yapı ile ihtilafa düşen Türkmenler içe kapanık bir yapılanma geliştirerek korunma yolunu seçmiş, kapalı-gizli bir toplum yapısı oluşturmuşlardır. Bahsedilen tarihi şartlar, Alevîliğin İslâm dinî sistemi içinde kendine özgü (sui generis) bir yapılaşma olarak ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.

Alevîler kendilerini ifade etmek ve farklılaştırmak için ötekini (Sünni çoğunluk) “Yezid” olarak tavsif etmiş, İslâm dünyasında pek çok olumsuzluğu temsil eden Yezid’e karşı kendisini olumlu ve doğruyu temsil eden taraf olarak görmüş ve ötekinden uzak durmuştur.

Alevî toplulukları dayanışmayı, birlikteliği sağlamak ve her çeşit dağılmaya karşı mücadele etmek bakımından kendine özgü bir örgütlenme biçimi ve teoloji geliştirmiştir. Kendisini hep din dili üzerinden tanımlayan Alevîlikte cemaati siyasal önderler değil, dini önderler temsil etmiş, tarih boyunca cemaati temsil ve yönlendirme yetkisi dini önderlere -dedelere-ait olmuştur. Soy esasına dayalı bir sosyal kast sisteminin temsilcisi olan dedenin statüsü üst düzeyde ve hâkimi mutlaktır.

Alevîlerde en önemli unsur, Alevî cemaatin kime ve nereye bağlı olduğunu gösteren “ocak kültürü”dür. Kimin Ehlibeyt soyuna bağlı olduğu, kimin Hacı Bektaş Veli’den geldiğini ancak bu ocak kavramı belirler.

Cemaatin iç hiyerarşisi dağılmayı önleyen, kollektif şuuru diri tutan önemli başka bir etken olmuştur. Bir ocakzâdenin başka bir ocağa geçememesi kuralı, musahiplik gibi kolektif dayanışmayı sağlayan müesseseler cemaatin ayakta kalmasında ve varlığını sürdürmesini sağlamada önemli fonksiyonlar icra etmiştir.

Alevî kültürün ayin ve merasimleri dini kimliği oluşturan, aidiyet duygusunu sağlayan ve ibadet ihtiyacını karşılayan en önemli ritüeller olmuştur. İkrar Verme Cemi, Görgü Cemi, Abdal Musa Kurbanı, Muharrem Ayini, Dardan İndirme Erkânı, Koldan Kopma Erkânı, Baş Okutma Erkânı bunlar arasındadır. Bütün bu kültür unsurları dede kimliğini taşıyan dinî temsilciler tarafından yürütülmüş, mürşitsiz, yani babasız-dedesiz kalanlar bu haklardan mahrum olmuşlardır.

Cumhuriyet’in ilk çeyreğinden itibaren Alevîler “kapalı toplum” hâlinden çıkmış, şehirlere göç etmiş, daha önce muhalifi bulunduğu merkezi devlete bu defa sahiplenerek kurumlarında görev almıştır.

Şehirleşen Alevîler yaşadıkları mahallede, evde, okulda, iş yerinde “Yezid” olarak tanımladığı Sünni çoğunluk ile tanışmış, ilişki kurmuştur. Göçebe- köylü bir karakter arzeden Alevî kültürü, şehirleşirken aynı zamanda bocalamaya başlamıştır. Kapalı toplum halinde yaşarken sosyal ve dinsel bakımdan topluma önderlik etme, toplumu irşad (aydınlatma) ve bilgilendirme, toplumda birliği ve dayanışmayı sağlama, sosyal ve dinsel törenleri (cem, cenaze, evlenme törenleri vb.) yönetme, adaleti sağlama görevi dedeye ait iken Alevîler şimdi modern bir devletin vatandaşı olarak yazılı hukukun hükümranlığı altına girmişlerdir. Alevîler bakımından, daha önce bu fonksiyonu icra eden dini önderlerin-dedelerin- otoritesi ve gerekliliği sorgulanmaya başlamıştır.

Daha önce kendisine kimlik ve aidiyet sağlayan ocaklarda anlamını kaybetmiş, şehirleşen Alevî’nin başka kimlikleri ve talepleri olmaya başlamıştır. Artık o işçi, memur, işadamı, öğrenci v.s.’dir. Eskiden merkezi devletten ve Sünni çoğunluğun baskısından korunarak gündelik hayatını yaşarken, şimdi iş, para, özgürlük talep etmektedir. Moderniteden uzak, köylü ve kapalı bir toplumun ihtiyacını karşılayan cemaat yapısı ve teolojisi şehirleşen Alevî’ye yeterli gelmemeye başlamıştır. Bu bağlamda Dede-talip ilişkileri de kopmuş Alevîlik konusunda o zamana kadar devam eden sözlü bilgi aktarımı kesintiye uğramıştır.

Öte yandan, sol-sosyalist söylem bu kitleler üzerinde etkili olup taban bulmuş, materyalist bir dile sahip olan bu hareketlerin etkisiyle, Alevîliğin kendisini ifade ettiği dini söylemler ve kurumlar küçümsenir hale gelmiştir.

1980 sonrasında İslâmcı hareketlerdeki yükselişe paralel olarak Alevîler de yeniden örgütlenmeye başlamış, Alevîlik konulu yayınlar artarken, Dernek, Vakıf ve Dergâhlar altında bir araya gelmeye başlamışlardır. 1990’lı yıllarda meydana gelen “Sivas Olayı”, “Karacaahmet Cemevi’nin Yıkılması” ve “Gazi Olayı” gibi vak’alar bu süreci hızlandırmıştır. Aynı dönemde, Avrupa’da yaşayan Alevîlerinde örgütlendiği, hatta içerideki örgütlenme ve tartışmaları yönlendirmeye başladığı görülmüştür.

Modernleşme döneminden önce, Alevîleri temsil ve onlar adına söz söyleme yetkisi ocaklı Alevî dedelerine aitken, modernleşmenin doğurduğu bireyselleşmenin sonucu olarak Alevî anne-babadan doğan her Alevî, doğuştan kazandığı bu kimliği dolayısıyla, kendi inançları hakkında söz söyleme hakkını kendinde görmeye ve kendine göre bir Alevî tanımlaması yapmaya başlamıştır. Bu süreç sonucunda, aynı kanaati paylaşan Alevîler kurdukları dernek ve vakıfların çatısı altında görüşlerini yüksek sesle dillendirmiş, öyle ki, Alevîlik İslâm dışı dinî bir öğretiden İslâm içi farklı bir yoruma kadar değişik anlayışlarla tarif edilmiştir. Böylece, dede soyundan gelmeyen sıradan Alevîler Alevî dede ocakları ve Bektaşi dergahlarının otoritesini sekteye uğratmış, onlar tarafından temsil edilen geleneksel Alevî inançlarını tartışmaya açmışlardır. Artık cem evleri, geleneksel ocaklar itibariyle değil, derneklerin cem evi olarak ortaya çıkmış ve cem törenini yönetecek dedeyi bu dernek yönetimleri tayin etmeye başlamıştır.

Alevîler kendi aralarındaki teolojik ve temsil ihtilaflarını çözümlemek, ortak bir anlayışa ulaşmak ve dedelerin dini otoritesini yeniden tesis etmek üzere, “Alevî Kurultayı” ve “Alevî-Bektaşi Temsilciler Meclisi” oluşturma girişiminde bulunmuşlardır.

Bu yazımızda Alevîlerin Alevîlik algılamaları ve Alevîlere yönelik siyaset üç tarz-ı siyaset başlığı altında değerlendirilmiştir.

Alevîliğin Bir İslâm Tasavuf Yorumu Olduğu Düşüncesi:

Alevîlik-Bektaşîlik inanç yapısı Hünkâr Hacı Bektaş Velî’ olmadan ve anlaşılmadan bilinemez. Alevîliğin İslâm’la ilgisini yada ilgisizliğini iddia edenin Hünkâr Hacı Bektaş Velî’den referans getirmesi şarttır.

Velâyetnâme’de Hünkâr’ın doğumundan altı ay geçtikten sonra, şehâdet parmağını kaldırarak; “Eşhedü en la, ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûlüh ve eşhedü enne Aliyyen velîyyullah” demek suretiyle şehâdet getirdiği nakledilmektedir.

Alevî anlayışta “Hak-Muhammed-Ali” üçlemesinde Muhammed’in nübüvveti, Ali’nin de velayeti temsil ettiği kabul edilmektedir. Bu anlayışa göre, nübüvvet ve velayet ayrı bedenler olarak şekillenen aynı ruh, aynı özdür. Muhammed dinin zahirini (dış görünüşünü), Ali bâtınını (gerçek özü) sembolize etmektedir.

Alevîler Kur’an’a inanmakla beraber onu lafzıyla yani yazılı anlamıyla değil, batıni yorumuyla değerlendirirler. Kur’an’ı yorumlama yetkisi inanç önderleri olan dede ve babalara aittir.

Alevîler cem ibadetinin İslâm’ın gereği olduğuna ve ilk cem’ in “40’lar Cemi” olarak Hz. Muhammed zamanında yapıldığına Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın da bu cem’e katıldığına inanırlar. Alevî inancı içerisinde yer alan Semah’ ın ilk olarak Hz. Muhammed tarafından miraç dönüşünde 40’lar ceminde yapıldığını kabul ederler. Kırklar Cemi, Alevîliğin kurum ve kurallarının temelinin atıldığı kutsal toplantının adıdır.

Anlatılan temel referansları itibariyle Alevîlik İslâm dışı değil, İslâm’ın içinde bir dini anlayıştır.

Öte yandan Alevî kültüründe bulunan “dört kapı kırk makam” öğretisi, onun bir tasavvuf hareketi olduğuna işaret etmektedir. Bu dört makam: şeriat, tarikat, marifet ve hakikat’tir. Alevîliğin esas ilkeleri bu dört sütun üzerine dayanmaktadır. Geleneksel Alevîlik inancına göre, her Alevî insanının bir musahibi, bir rehberi, bir piri, bir de mürşidi olması gerekir. Bu üst statüyü temsil eden kişiler olmadığı sürece Alevîlik erkânı gerçekleşmiş sayılamaz. Zira, “piri olmayanın piri şeytandır.”

Şeriat, Alevî dedelerine göre Sünnî pratiğidir (namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek ve zekât vermek gibi), tarikat ise bir görgüdür, İmam Cafer’in kurduğu bir yoldur. Bu da edeb ilkesine dayanır: Yani, eline, diline ve beline hâkim olmak anlamını taşır. Marifet, günümüzde şeriat ve tarikatın buyruklarını yaşamaktır. Hakikat ise, bu üç makamı hakkıyla temsil edip bir Müslüman gibi mükemmel bir örnek olmaktır.

Bu sayılan dört kapı diğer İslâm tasavvuf ekollerinde de mevcuttur. Zikredilen dört kapı (Sünnilikte makam) öğretisi dolayısıyla Alevîlik, klasik tasavvuf hareketi olarak değerlendirilmektedir.

Alevîliğin Şianın Bir Kolu Olduğu Düşüncesi :

Şiilik inanç yapısı itibariyle genel Müslüman çoğunluk gibi tevhid, nübüvvet ve ahiret inançları yanında adl prensibinden başka imameti iman esaslarından saymış; oniki imamın imametini kabul etmeyi mü’min olmanın şartı kılmıştır. Ayrıca bir biçimde imamet inancıyla irtibatlı olarak ortaya çıkan bedâ, rec’at ve takiyye gibi konuları akidesine dahil etmiştir. Şia, Hz. Peygamber gibi masum saydıkları oniki imamın sözlerini temel şer’i delillerden biri kabul edip Ca’ferilik adıyla bir fıkıh geliştirmiştir.

Şia’nın en ayırt edici özelliği onun siyasi düşüncelerinde yoğunlaşmıştır. İmamın gaybete çekildiğine inanıldığı küçük gizlilik döneminde (874-941) gâib imamın toplumla ilişkilerini sefirleri aracılığıyla sürdürdüğüne inanılmış, dördüncü sefirin ölümünden sonra imamın büyük gaybete çekildiği belirtilerek (941’den günümüze kadar) toplumun dini meselelerini imamlardan nakledilen rivayetler çerçevesinde çözmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu çerçeve rivayetlere vâkıf olan ulema yahut fukaha “onun genel vekili” (niyabet-i amme sahibi) olarak kabul edilmiştir. Ancak ulemanın rivayetleri nasıl değerlendireceği, içtihâd edip etmeyeceği konularında farklı iki ekol ortaya çıkmış, “ahbâriler” daha skolastik bir düşünceyi benimserken “usuliler” içtihat müessesini kurmuş, fakihlerin görev ve yetkilerinin sınırlarını genişletmişlerdir.

Alevîlik XV. yüzyıldan itibaren Şia’dan Ehl-i beyt, On İki İmam, On Dört Masum, Kerbela matemi, tevella-teberra, takiyye (sır tutma) gibi bazı inançları almıştır. Ancak, inanç ve inanç motifleri kavram olarak aynen alınmasına rağmen içeriği büyük ölçüde değiştirilmiş, hatta yer yer başkalaştırılmıştır.

Şia’da On İki İmam şeriata bağlı, ibadetlerini yapan ve imamet iddiasında bulunan kişilikler olduğu halde, aynı On İki İmam Alevî kültüründe devrin idarecilerine karşı çıkan, aynı zamanda gerektiğinde semah dönen, dolu içen, saz çalan kısaca Alevî erkanına göre hareket eden kimseler olarak algılanmış, gaip olan on ikinci imamın mehdi olduğu kabul edilmekle birlikte, onun günün birinde yeryüzüne dönerek adaleti sağlayacağı gibi hususlar Alevî kültüründe yer almamıştır.

Şiilikte ikrar ve biat, mürşid, muhib, yol oğlu, talib, gibi kavramlar, minhâç (Alevî tasavvufu) yoktur. Şiilikte Muta nikahı ve çok evlilik kabul edildiği halde Alevîlikte mut’a nikahının varlığı kabul edilmez, Alevîlikte tek eşlilik vardır. Şiilikte zikir, semah ve müzik ibadete sokulmaz Alevîlikte ise, bunlar ibadetin temel öğeleridir.

Caferilik olarak da bilinen İran Şia’sına mensup bir kısım çevreler, Alevîlerle aralarındaki ortak kavramlardan hareketle (Ehl-i beyt, On İki İmam, On Dört Masum, Kerbela matemi, tevella-teberra, takiyye v.d.) Alevî kültürünün İmam Cafer fıkhına uygun olarak yeniden inşaa edilmesi gerektiği görüşündedirler.

Alevîliğin İslâm Dışı Farklı Bir İnanç Biçimi Olduğu Düşüncesi

Bir kısım Alevîler Alevîliğin kendine özgü, doğal bir din olduğunu iddia etmektedirler. Bunlara göre Alevîlik; Semavi dinlerden önce başlayan, yani geçmişi Budizm’e de, Brahmanizm’e de, Zerdüştlik’e de belli ölçüde Şamanizm’e de, Mazdekçilik’e de, Babekçilik’e de dayandırılabilecek bir dindir. Alevîliği İslâm’ın özü, versiyonu, tarikatı veya mezhebi olarak görmek son derece yanlıştır. Alevîlik heterodoks gizli bir dindir. Alevîlikte peygamberlik ve Tanrı tarafından gönderilmiş kutsal kitap yoktur. Alevîlerin kitabı da, erkanı da, deyişi de, gülbangıda kendi dini önderlerinin yarattığı ürünlerdir. Ali’ ezilen ve dışlanan Alevîlerin kurtarıcı özleminin sembolüdür. Tarihi Ali ile hiçbir alakası bulunmamaktadır. Alevîlik, doğal dinler kategorisinde yer alan kendine özgü, ayrı bir inanç, ayrı bir dindir. Müslümanlarla aynı coğrafyayı paylaşmak dışında, İslâm’la herhangi bir alakası bulunmamaktadır.

Bu görüşte olan Alevîler Alevîliğin İslâm dışı, hatta tek tanrılı dinlerden farklı olmasının Alevîlerin Allah inancından kaynaklandığını iddia etmektedirler. Bu iddia sahiplerine göre, Alevîlerin inandığı Allah ile Müslümanların inandığı Allah aynı değildir. Müslümanlıkta yaratan ve yaratılan diye bir ayrım olduğu halde Alevîlerin yaratılışın tamamını yaratanın kendisi olarak gördükleri, yaradılışı yaratan ve yaratılan olarak ikiye ayırmanın yanlış olduğunu, Alevîlerin varlığın birliğine inandıklarını, yaratılmış her şeyin yaratanın bir parçası olduğunu, bu parçaların bir araya gelmesiyle yaratanın ortaya çıktığı inanışına sahip olduklarını öne sürerek aynı Allah’a inanmayan insanların aynı dinden olamayacaklarını öne sürmektedirler.

Bu iddia sahipleri, Alevîlerin ahirete dolayısıyla cennete de cehenneme de inanmadıklarını, bu yönüyle ahiret inancına sahip tüm semavi dinlerden ayrıldıklarını, Alevîliğin kökü çok eskiye giden on binlerce yıl öncesine giden kadim bir inanış olduğunu, başka dinlerin hâkim olduğu coğrafyalarda kendisini gizleyerek, hâkim dinin sembolleri ve simgeleriyle kendini ifade ettiğini iddia etmektedirler.

Bu iddialarının bir delili olarak Alevî inanışında yer alan Hz. Ali ile tarihi Ali’ nin birbirinden çok farklı kişilikler olduğunu öne sürerler. Bu kanaati taşıyan Alevîler, tarihi Ali’nin Allah, Kur’an, kader, kaza, ahiret inançları ve yaşayışı itibariyle tipik bir Müslüman olduğunu, halbuki Alevî’nin Ali’sinin kendisine yüklenilen misyonlar açısından çok farklı olduğunu belirterek, O’nun Rahman, Rahim, evvel-ahir, kainatın bütün sırları ve nurunun sahibi olduğunu iddia ederek, bu anlamda Ali’nin sadece bir simge ve sembol olduğunu söylerler.

Aynı iddia sahipleri, Alevîlerin yazılı kaynakları olarak gösterilen “Vilayetname” ve “Buyruklar” daki İslâmi söylemin takiyye olduğunu, nitekim bu kaynakları bilmelerine rağmen Alevîlerin namaz kılmadıklarını, camiyi kabul etmediklerini, ramazan orucunu tutmadıklarını, hacca gitmediklerini, zekâtı kabul etmediklerini ve vermediklerini, Kuran’ ın değiştirildiğine inandıklarını söylemektedirler. Onlara göre gerçek Alevî inanışı, Hünkâr Bektaş Veli’ ile 7 büyük Alevî ozanın (Seyyid Nesimi, Şah Hatai, Fuzuli, Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet) deyişlerinde kendisini ifade etmiştir.

Bu görüşte olanlara göre, Alevîlik sistem olarak Budizm benzemektedir. Aynı Alevîlik gibi Budizm’in de peygamberi ve kutsal kitabı yoktur. Çünkü Buda peygamberliği kabul etmemiştir. Dolayısıyla, Alevîlik Budizm gibi bir dünya dini olarak kabul edilmelidir.

Alevîliğin doğal bir din olduğunu iddia edenlerin yanı sıra, Alevîliği Hristiyanlıktan mülhem bir inanç biçimi olduğunu öne süren görüşler de bulunmaktadır. Bunlara göre, Alevî kültüründe birçok Hristiyan inancı ve kurumu yaşamaktadır; birçok Hristiyan azizi, Alevî-Bektaşi büyüğü hâline gelmiştir. Bundan dolayı iki taraflı bir inancı sürdüre gelmişlerdir. Alevîler’in ve Bektâşiler’in, Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali şeklinde üçlemesi, Hristiyanlıktaki, Baba (Allah), Oğul (İsa) ve Ruh-ül Kuds üçlemesine benzetilmekte, On İki İmam ve on iki hizmet ile, On İki Hristiyan Havarisi arasında bir bağ kurmaya çalışılmakta, Rumlar’ın Harolombis diye adlandırdıkları azizin Hacı Bektaş Veli olduğunu, Hristiyanlar’ın Aya Yorgisi ile Müslümanlar’ın Hızır’ının aynı şahsiyetler olduğu iddia edilmektedir.

Bu iddialar daha çok misyonerler tarafından dile getirilmektedir.

Sonuç:

Alevîlik tartışmalarının birisi Alevî cemaati mensupları, diğeri Alevîlik dışı unsurlar olmak üzere iki tarafı olduğu gözlemlenmektedir.

Alevî cemaatine mensup olanların bir kısmı, ateizmden Caferi Şiası’na hatta Sünniliğe kadar geniş bir yelpaze içinde tanımlanan Alevîlik inancındaki muğlaklığın giderilmesi, şehirleşen Alevîliğin ihtiyaçlarını karşılayacak bir Alevî teolojisi oluşturulması bakımından bu tartışmaların içerisinde yer almaktadır. Bir kısım Alevîler ise, ocaklar arasında sürüp gelmekte olan tarihi rekabetin hesabını görmek, cemaat hiyerarşisi içinde güç ve menfaat elde etmek, dedelik olarak bilinen sosyal kast sistemini çözmek amacıyla bu tartışmalara katılmaktadır.

Alevîliğin İslâm dışı olduğu iddialarına karşı, Alevi cemaatinin büyük çoğunluğunun Alevîliği İslâm içi bir tasavvuf hareketi olarak yorumlayan görüşlere daha yakın durduğu gözlemlenmektedir. Gerek iktidara gerekse muhalefete mensup siyasiler, bir arada yaşama iradesinin temsilcisi olarak gördüğü Hacı Bektaş-ı Veli’yi anma törenlerine en üst düzeyde katılmakta, Hacı Bektaş-ı Veli ocağını bu misyonun önemli bir parçası addetmektedir.

1979 devriminden sonra kurulan İran İslâm Cumhuriyeti kendisini şii dünyanın tabii hamisi olarak görmektedir. Alevî kültürünün taşımakta olduğu şii motifler dolayısıyla, Alevîlik de şia içerisinde mütalaa edilmektedir. Ancak, şii motifler taşımakla birlikte, Alevîlerin geleneksel inanç yapısı ve dedelik müessesesi şia taraftarları bakımından önemli mahzurlar olarak görülmektedir. Nitekim, Şah İsmail ile birlikte Safevi devletini kuran Alevî Türkmenler Şah Tahmasb ve Şah 2.İsmail döneminde zorla şiileştirilmiş ya da tasfiye edilmişlerdir. Bu tarihi gerçeği bilen Alevîler şia tebliğcilerine mesafeli durmakla beraber, Anadolu’nun bazı bölgelerde bu tebliğ faaliyetleri karşılık bulmaktadır.

Avrupa Birliği ülkeleri, Avrupa da çalışmakta olan Alevî işçiler dolayısıyla Alevîliği keşfetmişlerdir. Bu ülkelerde yaşayan Alevîler dernek, federasyon ve konfederasyonlar halinde örgütlenmişlerdir. Avrupa’da yaşayan Alevîlerin temsilcilerinin pek çoğu, Alevîliğin İslâm dışı bir din olduğunu, bu yönüyle Türkiye’de azınlık statüsü verilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Avrupa Birliği ülkelerinde örgütlenen Alevî diasporası içeriyi yönlendirecek boyuta ulaşmıştır.

Alevîleri çok uzun ve meşakkatli bir yol beklemektedir. Bütün bu tartışmalar ve tartışmaların tarafları, Alevî teolojisini, yüzyılların örgütlenmesini ve alışkanlıklarını kökten değiştirecek gibi gözükmektedir.

Bu yazıyı hazırlarken yararlandığım temel kaynaklar aşağıda gösterilmiş olmakla beraber, Alevî internet sitelerindeki tartışmalardan da faydalanılmıştır.

Kaynaklar :

OLSSON T., ÖZDALGA E.,RAUDVERE C., Alevi Kimliği, tarih vakfı Yurt Yayınları, İst.,2003

ERÖZ Mehmet; Türkiye’de Alevîlik ve Bektaşilik, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 1990

FIĞLALI, Ethem Ruhi; Türkiye’de Alevîlik-Bektaşilik, Selçuk Yay., Ank., 1990

ÜZÜM, İlyas; Kültürel Kaynaklarına Göre Alevilik, Horasan Yayınları, İstanbul, 2002

ÜZÜM, İlyas; Günümüz Aleviliği, İSAM Yayınları, İstanbul, 2000

Alevîlik İslâm Dışı Değildir, Prof.Dr. İzzettin DOĞAN, CEM Vakfı Genel Başkanı, Türk Yurdu, Şubat 2005, Sayı 210

Alevîlik-Bektaşîlik, Niçin İslâm Dışı Değildir, Doç.Dr. Osman EĞRİ, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektâş Veli Araştırma Merkezi Çorum Şubesi Müdürü, Gazi Ü. Çorum İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Türk Yurdu, Şubat 2005, Sayı 210

Alevîlik, Sünnîlik ve Politika, Şakir Keçeli BABA, Türk Yurdu, Şubat 2005, Sayı 210

Alevî – Bektaşîlerde Statü ve Rol Dağılımı, Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN, Türk Yurdu, Şubat 2005, Sayı 210

Cemevleri Tartışmaları Ekseninde Günümüz Alevîliğine Bakışlar, Yrd.Doç.Dr. Ali YAMAN, Ahmet Yesevi Üniversitesi Öğretim Üyesi, Türk Yurdu, Şubat 2005, Sayı 210

Türkiyede Alevîlik ve Bektaşîliğin Güncel Meseleleri Hakkında, Prof.Dr. Recep KILIÇ, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Felsefesi Öğretim Üyesi, Türk Yurdu, Şubat 2005, Sayı 210

Aleviliğin Gizli tarihi yazarı, Erdoğan Çınar’la Söyleşi, http://www.livaneli.net/ f/forums/ thread-view.asp?tid=3074&posts;=1#bottom

Mehmet Bayrakla Roportaj: Barlas BEYAZTAS Ümit KAYA; Kaynak: Dersimde IKLIM Gazetesi, http://www.dersim.biz/html/din8.html

*Bu yazı 27 Haziran 2013 tarihinde Haber10 sitesinde yayınlanmıştır.

Kategoriler: Yazılar