Okuma Süresi: 5 dakika

 

“Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır” diye bir atasözümüz vardır.  Öğretmenler, bu atasözünün anlamını öğrencilerine kavratmak için bu hikmetli söz hakkında şunları anlatırlar; bir çivi eksikliğinden bir nal düşer; bir nal eksikliğinden bir at koşamaz olur; bir atın koşamaması, komutana bir haberin yetişememesi, dolayısıyla savaşın kaybedilmesine mal olabilir. Bu atasözünün etkisini daha da güçlendirmek için, bahse konu kısa cümle, bazen zincirleme bir ifadeye dönüştürülür: “bir mıh bir nal kurtarır; bir nal bir at kurtarır; bir at bir er kurtarır; bir er bir cenk kurtarır; bir cenk bir vatan kurtarır”.

Küçük şeylerin ihmal edilmesinin büyük sonuçlar doğuracağını anlatmak için kullanılan bu atasözü, 1.Dünya Harbi’nde ayniyle vaki olmuş, İngilizlere bir savaş kazandırmıştır. Bu girişten sonra, Peter Hopkirik’in “İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun”(*) kitabında anlattığı, İngilizlere savaş kazandıran bir Alman istihbaratçının ihmal hikâyesine geçebiliriz.

“Alman Lawrence”i olarak tanınan Wilhelm Wassmuss, 1.Dünya Harbi başlamadan önce Basra Körfezi’nde Buşir’de Alman Konsolosu olarak görev yapıyordu. Ama asıl işi, istihbarat faaliyetleriydi. İyi Farsça ve Arapça konuşuyordu. 1.Dünya Harbi başladıktan sonra Almanlar, İran ve Afganistan’da İngiliz aleyhtarı faaliyetlerde bulunmak, İran Şahı ve Afganistan Emiri’ni Müttefik Devletler tarafına çekmeye ikna etmek üzere bir heyet oluşturdular. Bu heyetin başına Wassmuss’u geçirdiler, yardımcı olarak Yüzbaşı Oskar von Niedermayer’i tayin ettiler. Heyet İran’a varınca Wassmuss, 1915 Ocak’ında aldığı talimat gereğince heyetten ayrılıp, İngiliz hâkimiyetindeki Güney İran’a geçti. Burada aşiretler arasında Müslüman olduğu, Kayzer Wilhelm’inde İslamiyet’i seçtiği ve Hacı Wilhelm Muhammed adını aldığı, Müslümanların Almanlarla birlikte hareket ederek, İngilizlere karşı cihad etmeleri gerektiği propagandasını yürüttü.

Wassmuss Mart 1915’te İngiliz süvarilerinin bir baskınında yakalandı. Ancak ellerinden kaçmayı başardı. Wassmuss onların elinden Şiraz’a doğru kaçarken, bütün eşyalarını ve belgelerini arkasında bırakmak zorunda kalmıştı. Bunlar toplanıp Londra’ya gönderildi, Hindistan Dairesi’nin bodrumuna atıldı ve orada unutuldu. Ancak, bu durum İngiltere’nin savaş dönemi Deniz İstihbaratı Müdürü Amiral Sir Reginald Hall’un kulağına gitmişti.  Hall, sezgilerine dayanarak Wassmuss’un bütün eşyalarının kendisine getirilmesini emretti ve aradığını buldu: Bu Almanların savaş zamanında kullandıkları diplomatik şifre kitabıydı. Bu kitap savaşın bütün kaderini değiştirecekti.

1.Dünya Harbi’nin başlarında, Almanya ve Avusturya-Macaristan, ülkelerini Osmanlı İmparatorluğu’na ve onun ötesindeki dünyaya doğrudan doğruya bağlayan geniş bir koridor elde etmişti. Bu koridoru sağlayan Bağdat demiryoluydu. Batıdan doğuya doğru uzanan bu 3.600 kilometrelik stratejik koridor üzerindeki Polonya, Sırbistan ve Romanya’nın büyük kısmı ile Bulgaristan Müttefik Devletlerin kontrolüne girmişti. İngiliz-Fransız işgal ordusu Çanakkale’de hezimete uğramıştı. Îtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya), artık bu durumda savaşı kazanamayacaklarını anlamışlardı. Onların lehine dengeyi değiştirecek tek şey kalmıştı: Geniş insan gücü, serveti ve diğer kaynaklarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin Îtilaf Devletleri safında savaşa girmesi.

Ancak ne Başkan Woodrow Wilson, ne de Amerikan halkı, İngiltere ile müttefiklerine yiyecek ve cephane yardımı yapmış olmalarına rağmen, savaşmak için istekli görünmüyorlardı. Almanya 1915 Şubatı’nda bu denizaşırı yardımı kesmek için İtilaf Devletleri’nin ticaret filosuna karşı topyekün bir denizaltı savaşı başlatmaya karar verdi. O Mayıs ayında İngiliz transatlantiği Lusitania batırıldı, aralarında 114’ü Amerikalı olmak üzere 1198 kişi öldü. Wilson, Almanya’nın özür dilemesini, ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesini istedi ve Berlin’den bir daha, yolcu gemilerinin kaçmadıkları ya da direnme göstermedikleri takdirde, uyarılmadan batırılmayacağı konusunda söz aldı. Saldırı hedefleri bir süre daha dikkatli seçildiyse de, yeni Amerikan kayıpları yeni Amerikan uyarılarını ve yeni Alman vaatlerini getirdi.

Almanlar 1917 başlarında denizaltı ablukasının Amerika’nın Îtilaf Devletleri ile ticaretini felce uğratmak gibi bir sonuç doğurmadığını gördüler. Harekâtlarını sıklaştırıp, Müttefik suları içinde, Amerikan gemileri dâhil, bulacakları bütün gemileri hedef almaya karar verdiler. Bunun Amerika’yı savaşa sokmak demek olduğunu biliyorlardı, ancak bundan önce Îtilaf Devletleri’nin çabalarını baltalayacaklarına, ciddi kayıplara uğratacaklarına inanıyorlardı. Alman Dışişleri Bakanı Zimmermann, “Bize kesintisiz iki aylık denizaltı savaşı imkânı tanınırsa, savaşı iki ayda sona erdirir, üç ay sonunda da barış yaparız” diyordu. Bu hesabı yanlış çıktığı takdirde, denizaltı saldırıları sonuç verene kadar, Amerikan müdahalesini geciktirecek bir kozu daha vardı. Savaş ilan etmesi durumunda, Washington’un krizle kendi kapısının eşiğinde karşı karşıya gelmesini sağlayacaktı.

Almanlar’ın topyekün denizaltı savaşı kararlarını açıklamalarından kısa bir süre önce, 16 Ocak 1917’de Zimmermann, Washington ve Meksika sefirleri aracılığıyla Meksika Cumhurbaşkanı’na şifreli bir telgraf gönderdi. Telgrafta, Amerika savaş ilan ettiği takdirde Meksika, Almanya saflarında savaşa katılmaya davet ediliyordu. Meksika ile Amerika’nın ilişkileri uzun zamandan beri çok kötüydü. Amerikalılar 1914’ten bu yana iki kez Texas, New Mexico ve Arizona’nın kendilerine geri verilmesini isteyen Meksika’ya karşı cezalandırıcı operasyon düzenlemişlerdi. Meksika Almanya’nın yanında savaşa girecek olursa, Zimmermann savaş sonrası barış anlaşmaları sırasında kayıp topraklarını geri almalarında yardımcı olacağını vaad etmişti. Telgrafta, halen Îtilaf Devletleri’nden birisi olan Japonya’nın, taraf değiştirip Pasifik’te Amerika’ya saldırmaya ikna edilmesi için de Meksika’nın yardımı talep ediliyordu.

Savaş sırasında iletişimin sık sık kesilmesi, Almanya’nın kendi transatlantik bağlantısının kopmuş olması dolayısıyla, bu önemli telgraf üç ayrı yoldan gönderilmişti. Bu kanallardan birisi de, Başkan Wilson’un, barış çabalarını hızlandırmak için Zimmermann’ın kullanımına tahsis ettiği ABD Dışişleri Bakanlığı’nın özel hattıydı. Telgrafın şifreli olması, bu şifreyi Amerikalıların bilmemesi, Amerikalıların o sırada başka devletlerin diplomatik yazışmalarını okumamaları sebebiyle, Washington kendisi için hayati önem taşıyan bu telgrafın muhtevasından haberdar olmamıştı. Ancak Zimmermann, bu konularda Amerikalılardan daha fazla dikkat gösteren İngiliz gizli servislerini hesaba katmamıştı.

Zimmermann mesajını Meksikalılara mümkün olduğu kadar çabuk iletme telaşıyla, Berlin’deki Amerikan Sefareti’nden gönderilen telgrafların kara hattıyla Kopenhag’a, oradan da denizaltı kablosuyla İngiltere üzerinden Birleşik Devletlere gönderildiğini düşünmemişti. Bu yolla gönderilen bütün mesajların İngiliz Amirali Hall’un istihbarat ajanlarının eline geçtiğini bilmiyordu. Hall, Almanların şifresinin kendileri tarafından ele geçirildiğinin farkında olmadıklarını ve aynı şifreyi kullanmaya devam ettiklerini tespit etmişti. Almanlar, Wassmuss’dan ele geçirilen defterdeki şifreler üzerinde çok az değişiklik yapmışlardı. Wassmuss şifre defterini kaybettiğini Berlin’e bildirmemişti.

Hall’un şifre çözücü ekibi, telgrafın gönderildiğinin ertesi günü, yani 17 Ocak’ta, Wassmuss’tan ele geçirilen şifre defteri sayesinde bu telgrafı çözdüler. Şifreli telgrafta, Almanya’nın hem Meksika ve Japonya’yı kendi safına çekmeyi teklif ettiği, hem de Berlin’in denizaltı savaşını Amerika’ya yöneltme kararını açıkladığı tespit edilince, hemen Amiral Hall durumdan haberdar edildi. Amerikalıları kendi saflarında savaşa katılmaya ikna etmek üzere, İngilizlerin eline çok büyük bir koz geçmişti. Ancak henüz halledilmesi gereken büyük bir problem vardı. Zira, telgraf usulsüz bir yöntemle ele geçirilmişti. Telgrafın nasıl elde edildiğinin açıklanması halinde, İngilizlerin Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile sefaretleri arasındaki yazışmaları takip ettiği ortaya çıkacak, bu durum, bir yandan iki ülke arasında büyük bir diplomatik krize yol açarken öte yandan telgrafın güvenilirliği hakkında kuşkuya sebep olacaktı.

Amiral Hall, bir çözüm yolu bulana kadar beklemeye karar verdi. Bekleyiş devam ederken Berlin, 31 Ocak 1917’de, Îtilaf Devletlerine ikmal malzemesi getiren Amerikan ve diğer tarafsız ülke şileplerine karşı ayrım gözetmeksizin denizaltı savaşına gireceğini bildirdi. İngiltere’ye yönelmiş birçok gemi en yakın limanlara sığındı. İngiltere ve Îtilaf Devletleri’nin çok ihtiyaç duydukları malzeme akışı bir anda kesilmişti. Bu tehditten üç gün sonra, Başkan Wilson Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesti, sefirlerinin geri dönmelerini istedi. Ancak, ne Başkan ne de Amerikan halkı bir savaşa dâhil olma yanlısı değildi.

İki hafta kadar bekledikten sonra Hall, meseleyi çözme yolunu buldu. Şifreli telgrafın Mexico City’e normal yoldan da gönderilmesinin mümkün olduğunu tespit etmişlerdi. Bu telgrafın bir kopyasını, Mexico City merkez postanesinden ele geçirilmiş olarak Amerikalılara sunmaya karar verdiler. İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour 23 Şubat’ta Amerikan sefirini makamına çağırarak, deşifre edilmiş telgraf metnini takdim etti. Şaşkınlıkla telgrafı okuyan Amerikan sefiri, telgrafı, nasıl ele geçirildiğini, şifrenin nasıl elde edildiğini anlatan bir rapor hazırlayıp Dışişleri Bakanlığı’na gönderdi. Rapor hemen Başkan’a sunuldu. Başkan telgrafı okurken çok öfkelenmişti. Zimmermann’ın bir yandan kendisiyle barış görüşmeleri yaparken diğer taraftan Birleşik Devletler’e komplo hazırladığı ortaya çıkmıştı.

Associated Pres ajansı,1 Mart’ta bu komployu bütün Amerika’ya duyurdu. Gazetelerin manşetleri bu haberlerle doldu. Amerikan halkı artık savaşa dâhil olmaya ikna edilmeye başlamıştı. Bunu Alman denizaltılarının beş Amerikan ticaret gemisini batırması izledi. Nihayet Birleşik Devletler, 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etti. Amerika’nın savaşa müdahil olması, neredeyse Müttefiklerle bir barış isteme noktasına gelmiş bulunan Îtilaf Devletleri için savaşı devam ettirmek için bir umut ışığı oldu. Amerika bir milyonu aşkın bir askeri güçle bu savaşa katıldı ve savaş Îtilaf Devletleri’nin galibiyeti ile sona erdi.

Neticede, Wassmuss’un kaybettiği şifre defteri, ülkesine bir savaş kaybettirmişti.

(*)Hopkirik, Peter; İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun, Sabah Kitapları Yeni Yüzyıl Tarih  Dizisi, İstanbul-1995.

*Bu yazı 23 Şubat 2012 tarihinde Haber10 sitesinde yayınlanmıştır.

Kategoriler: Yazılar