Okuma Süresi: 5 dakika

Gazeteci Sedat Sertoğlu’nun GOA Basım ve Yayın Dağıtım Ltd.Şti. tarafından 2006 yılında yayımlanan “Yazsam Olay Olur” kitabı, İsrail muhibbi bir gazetecinin, Türkiye-İsrail ilişkilerinde oynadığı roller bakımından hayli ilginç bilgiler ihtiva etmektedir. Kitaptan, bu özel ilişkilere dair seçilen olaylar aşağıda anlatılmaya çalışılmıştır.

1980 askeri darbesinden sonra -Sedat Sertoğlu’na göre Araplardan medet uman- generaller bazı sivillerin dolduruşuna gelip, İsrail ile ilişkileri 3’üncü kâtip düzeyine indirmiştir. İşte bu sıralarda, Genelkurmay’dan bir Albay kendisini arayarak Orgeneral ‘U’ nun çok önemli bir görüşme için kendisini Ankara’ya çağırdığını bildirir. Bu görüşme için Ankara’ya giden Sertoğlu, Genelkurmay’da general ve albaylardan oluşan 15 kişilik bir grupla Orgeneral ‘U’nun başkanlığında bir toplantı yapar. Orgeneral ‘U’ “Senden İsrail’e gitmeni istiyoruz. Bizim ordunun tankları çok eskidi. İsrail ile ortaklaşa Merkava tanklarını üretmek istiyoruz. Bunlar çok iyi tanklar. Biz resmi olarak bu konuya giremeyiz. Sen bir sivil olarak yapabilirsin. Bizim adımıza gidip bu görüşmeleri yürütmeni itiyoruz.” diyerek, ona aracılık görevi verir. Bu görevlendirmeye şaşıran Sedat Sertoğlu, bu iş için niçin kendisinin seçildiğini merak etmektedir. Bu seçimde, FKÖ tarafından eğitilen ve İsrailliler tarafından yakalanan Türk asıllı militanlarla İsrail hapishanelerinde yapmış olduğu, Milliyet’te yayımlanan röportajlarının etkili olduğunu düşünür. Bu röportajlarından birisi, FKÖ tarafından eğitildikte sonra 5 kilo dinamitle Hayfa’daki petrol rafinerisini havaya uçurmaya giderken yakalanan bir Türk kamyon şoförüyle yapılan röportajdı. İsrail bu zata hapishanede öyle güzel muamele etmiştir ki, adamcağız cezasını çektikten sonra ailesini de getirip İsrail’e yerleşmeyi düşünmektedir. (3 yıl önce bir seyahat turu ile ailece İsrail’e gittiğimizde, gerek girişte gerekse dönüşte, Ben-Gurion Havalanı’nda saatler süren ve işkenceye dönüşen sorgulamaları hatırlayınca insan tebessüm etmeden geçemiyor)

Tank projesi için Tel Aviv’e giden Sertoğlu burada, daha sonra MOSSAD’ın ikinci adamı konumuna yükselecek olan Raffi Eritan ile temas kurar. Savunma Bakanlığı’nda yaptığı görüşmede ortak tank projesinin iki tarafın özel sektörü ile yapılmasında mutabık kalınır. Raffi bu projenin saklı tutulmasını tembihledikten sonra, “Özellikle de Amerikalılar duymamalı. Çünkü duyarlarsa sorun çıkartabilirler…” der. Generaller bu projenin Türkiye’deki sivil ayağı olarak Koç’ları seçer. Onlar da 25 milyon dolar harcayarak Atlı Zincir’i satın alırlar (Taha Kıvanç, Yeni Şafak’ta 05.06.2010 tarihinde yayımlanan makalesinde Orgeneralin ‘U’nun Org. Necdet Üruğ olabileceğini tahmin ettiği gibi, Koç’ların satın aldığı şirketi de Asil Çelik olarak düzeltir). Bu proje en fazla iki ay saklanabilir ve Amerikalılar öğrenince bu projeyi engellerler.

Sedat Sertoğlu, Türk-İsrail ilişkilerinin gelişmesinde Amerikalıların hep “kazık attığını” düşünmektedir. Nitekim kitabının henüz girişinde, “ABD’nin son 25 yıl içinde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri kaç kez dinamitlediği, kaç kez dinamitleme girişiminde bulunduğunu biliyor musunuz?” diye sorar. Sertoğlu, yine 1990’lı yıllarda bir Türk-İsrail projesi olarak gerçekleştirilmesi düşünülen “Arrow-2” füze projesinin de Amerikalılar tarafından engellendiğini belirterek, ABD’ye olan kızgınlığını ifade etmekten çekinmez. Hatta bu konuyla ilgili olarak, “1990’lı yılların ortalarında yine Washington’da “bizim Beltway” ekibi ile toplanmıştık. Yahudi Lobisinin sıkı isimleri ile yemek yiyorduk. Onlara Amerika niye “Arrow-2” ortak projesine karşı çıkıyor?’ ” diye ortaya sorar. Pentagon’un nefes alışından bile haberi olan bir arkadaşı, bunu ABD milli menfaatleri ile açıklar. ABD, Mısır’ın taleplerini dikkate alarak bu projeye geçit vermemiştir.

Sedat Sertoğlu, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin en sert olduğu, ilişkilerin en düşük seviyede olduğu dönemlerde bile, İsrail’in dostluğunun ve yardımının devam ettiğini öne sürer. Nitekim, Abdullah Öcalan yüzünden Türkiye ile Suriye savaşma noktasına gelmeden önce İsrail, Suriye Ordusu’nun son durumu ile ilgili bütün bilgileri ve uydu fotoğraflarını gizli bir özel tim ile Ankara’ya getirip, Genelkurmay’a vermiştir. Sedat Sertoğlu’na göre, aralarında 20 yıllık dostlarının da bulunduğu Yahudi lobisinden Türkiye hep iyilik görmüştür. Yahudi lobisi için Türkiye’nin İsrail’le dost olması hayati derecede önemlidir. Yahudi lobisi’nin etkinliğini ve lobi üzerindeki kendi tesirini anlatmak üzere bir hatırasını nakleder. İsrail’de Begin’in başbakan olduğu sıralarda, Washington’dan Türkiye aleyhine bir karar çıkmak üzeredir. Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Kamuran Gürün kendisin arayarak yardım ister. Sertoğlu, Begin’in çok yakınındaki arkadaşı Uri Dan’ı devreye sokarak Amerika’daki Yahudi lobisini harekete geçirir ve bu olumsuz kararı önlemeyi başarır.

Yıl 1991’dir ve Türkiye’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Aynı yıl Madrid’de, ABD’nin girişimiyle İsrail, Suriye, Lübnan ve Ürdün heyetlerinin iştirakiyle Filistin meselesi görüşülecektir. Bu sırada, Patron (Turgut Özal’a böyle denilmektedir) Cengiz Çandar aracılığı ile Sedat Sertoğlu’ndan özel bir talepte bulunur. Cengiz Çandar, “Patronun senden bir ricası var. İsrail Delegasyonu ile konuşmanı istiyor. Patron, burada bir anlaşmaya varılırsa Filistin-İsrail görüşmelerinin Türkiye’de yapılması için senin İsraillilerle konuşmanı arzu ediyor. Onun bu mesajını Şamir’e iletmen gerekiyormuş.” der. Sedat Sertoğlu zor da olsa Bibi (Benjamin Netanyahu) ’ye ulaşmayı başarır ve Cumhurbaşkanının mesajını iletir. Ertesi gün Bibi, “Haber iyi. Bizim başbakan teklife olumlu bakıyor. Ankara ve İstanbul olabilir. Ama benim sana dün söylediğim gibi Washington faktörünü unutmayalım.” diyerek, hem olumlu cevabı hem de endişesini ifade eder. Ancak, insiyatifi elinden kaçırmak istemeyen ABD, toplantıların Türkiye’de yapılmasına hayır der. Bunları yazarken Sedat Sertoğlu, Camp David anlaşması günlerinde İsrail üst yönetimiyle olan temaslarını hatırlar. Camp David öncesi, Tel Aviv’de Savunma Bakanlığı’nda, İsrail başbakanı İshak Rabin ile sıcak bir görüşme yapmıştır. 20 dakika sürmesi gereken ziyaret 55 dakika sürmüş ve o kadar dostça bir ortamda geçmiştir ki, Rabin orada “çişini” bile yapmıştır.

1982 yılında İsrail Lübnan’ı işgal eder. Bu sırada Sedat Sertoğlu Tel Aviv’dedir. Ancak aldığı bir haberle uyuduğunu fark eder. Türk Genelkurmayından bir heyet, Lübnan’ın işgal harekâtını İsrail Savunma Bakanlığı Harekât Merkezi’nden izlemektedir. Fakat bunu kendisi bile başka kaynaktan öğrenmiştir. Bu bilgi iç kamuoyunda ve Arap dünyasında tepki doğuracağından konuyu 24 yıl boyunca yazmaz.

Bu arada Sedat Sertoğlu, İran’ı ilgilendiren hatıralarından da bahsetmektedir. Bir gün, İran’lı iki diplomat Sedat Sertoğlu’nu ziyaret ederek İsrail’le diyalog kurmak istediklerini söylerler ve kendisinden aracı olmasını isterler. Niye kendisini seçtikleri sorusuna İranlı diplomat şu cevabı verir “Sedat Bey. Bu mesaj için niye sizi seçtiğimizi siz daha iyi bilirsiniz. Anahtar sizsiniz”. Sedat Sertoğlu anahtar fonksiyonunu yerine getirir ve diyalogu başlatır. Bu diyalogun neticesi bilinmez. Bu arada, İran’ı içeriden karıştırmak isteyenler de Sedat Sertoğlu’nu bulur. Yahudi asıllı çok önemli bir Amerikalı, Türkiye’nin laik ve demokratik rejiminin ne kadar olumlu olduğunu, dine dayalı devletinse ne kadar kötü olduğunu anlatan kitaplar basılarak İran’a sokulmasını, böylece İran’da Türkçe konuşan milyonlarca Azeri’yi İran rejimine karşı harekete geçirmeyi teklif eder. Amerikalı, Sedat Sertoğlu vasıtasıyla zemin yoklamaktadır. Buna Sedat Sertoğlu’nun cevabı, “anan güzel mi?” mahiyetinde İngilizce bir cevap olur.

Sedat Sertoğlu bir dönem, diplomatlarımızın katili ASALA örgütünün peşine düşer. ASALA örgütü hakkında bir yazı dizisi yapmak için Ermenilerin yoğun yaşadığı Fransa’nın Marsilya kentine gider. Buradaki Türk Başkonsolosu ve İdari Ataşeyi (ona göre İdari Ataşeler MİT elemanıdır) ziyaret ederek, kendilerinden bu araştırmada yardımcı olmalarını talep eder. Ancak onlar bu araştırmadan tedirginlik duyarlar. Başkonsolos ve İdari Ataşe kendi aralarında 20 dakikalık özel bir görüşme yaptıktan sonra kararlarını bildirirler. “Sedat Bey, burası çok tehlikeli bir yer. Size tavsiyemiz bir an önce toparlanıp dönmeniz…”

Sedat Sertoğlu “Canınız sağ olsun” diyerek Başkonsolosluktan ayrılır. Allah’tan gideceği ikinci bir adresi daha vardır. Türk Başkonsolosu’nun ilgisiz kalacağını tahmin ettiğinden, daha Türkiye’de iken İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Eli Shaked’i aramış ve ondan İsrail’in Marsilya Başkonsolosu’nun telefonunu ve adını almıştır. Marsilya’da Sertoğlu’nu kabul eden Başkonsolos Kabataş Lisesi mezunu bir Yahudidir ve mükemmel Türkçe konuşmaktadır. Başkonsolos onu çok samimi bir tavırla karşılar ve hemen “Hoş geldiniz Sedat Bey. Buyurun. Vatandan ne haberler var?” diye, havadis sorar. Başkonsolosun vatandan kastı Türkiye’dir. Kısa bir muhabbetten sonra, Sedat Sertoğlu sebeb-i ziyaretini anlatır; “Ben buraya ASALA ile ilgili bir yazı dizisi hazırlamak için geldim. Ama elimde yeterli bilgi yok. Bana bilgi verecek bir kaynağa ihtiyacım var. Ahtapotun kaynağı burada. Onu bulmam lazım.”

Başkonsolos bu konuda yardımcı olmak üzere bir MOSSAD ajanını çağırır. Bu ajan, ASALA destekçilerinin Marsilya’da nerede oturduklarını, örgütlenme biçimlerini kağıda çizerek gösterdiği gibi, bazı militanların fotoğraflarını da verir. Hatta daha ileri giderek, örgütün parasını yediği için ASALA tarafından aranmakta olan bir militanı dahi onun aracılığıyla Türkiye’ye teslim etmeyi teklif eder. Sedat Sertoğlu heyecanla Türk Başkonsolosu ve İdari Ataşeye bu teklifi iletir. Ama onlar, ta Marsilya’dan itibaren bu Ermeni militanı kendisinin koluna kelepçeleyerek götürmesini teklif ederler. Sedat Sertoğlu bu saçma teklif üzerine sükût-u hayale uğrar. Bir yanda İsrail’in ve MOSSAD’ın desteği, diğer taraftan bizimkilerin tavrı…

Sedat Sertoğlu, gerek Dışişleri Bakanlığı’nda, gerekse Genelkurmay’da yapılan beyin fırtınalarının sürekli davetlilerinden birisidir. O aynı zamanda, ABD’deki Yahudi düşünce kulüplerinin yaptığı beyin fırtınalarının da gediklisidir. Sedat Sertoğlu’nun gazetecilik fonksiyonunu aşan ilişkilerini anlattığı hatıralarında en göze çarpan husus, Türkiye ve İsrail’in birlikte ortak projeler geliştirmesi hususundaki gayreti ile bu yönde atılan adımların Amerikalılar tarafından engellenmesine duyduğu öfke ve kızgınlıktır.

 

*Bu yazı 29 Eylül 2011 tarihinde Haber10 sitesinde yayınlanmıştır.

Kategoriler: Yazılar