İsrail’in saldırıya dayalı güvenlik stratejisi esas olarak, dönemin Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Gadi Eisenkot tarafından 2015’te kaleme alınan “IDF Strategy” adlı belgeye dayanmaktadır.
Devletler ve devlet dışı aktörlerle savaşmak üzere hazırlanan çok katmanlı ve sürekli savaşa dayanan İsrail’in söz konusu güvenlik stratejisinin Hamas ve İran (+vekil gücü Hizbullah)’la yaptığı savaşta uygulaması ve başarı düzeyi bu yazıda ele alınacaktır.
İsrail’in askeri stratejisi
İsrail Savunma Stratejisi, vaadedilmiş topraklardaki mevcut devletlerin kontrol altına alınması ve uygun zamanda ortadan kaldırılmasının yanı sıra işgal altındaki Filistin topraklarının kurtarılması ve bu topraklarda bağımsız bir Filistin devleti kurulması için mücadele veren devlet dışı aktörleri de (Hamas, İslami Cihad, Hizbullah) yok etmek üzere kurgulanmıştır. Bu strateji, hem caydırıcılık hem de tehditleri kaynağında yok etmeyi hedefleyen proaktif müdahale üzerine kuruludur ve genellikle ‘aktif savunma’ olarak tanımlanır. Adına savunma stratejisi denilse de İsrail uyguladığı kesintisiz ‘saldırı stratejisi’ ile hiçbir devletin güvende olmadığı korkusunu yaygınlaştırarak bölgede devlet terörü estirmektedir.
İsrail güvenlik politikasını ve kurumlarını şekillendiren “IDF Strategy” dört temel ilkeye dayanmaktadır:
Caydırıcılık (Deterrence): Güçlü bir askeri kapasite ve kararlılıkla, ağır bedeller ödetme yeteneğini göstererek kendisine yönelecek saldırı ya da mukavemetten düşmanı caydırmak.
Erken Uyarı (Early Warning): Mossad ve Shin Bet eliyle üstün istihbarat elde etmek, teknolojik gözetim sistemleri kullanmak suretiyle tehditleri önceden tespit etmek.
Saldırgan Yaklaşım (Offensive Posture): Savunmada kalan pasif bir duruş yerine, tehdidi kaynağında yok etmeyi hedefleyen önleyici veya misilleme operasyonları yapmak.
Kararlılık (Decisiveness): Çatışmalarda hızlı ve kesin sonuçlar elde etmek, uzun süreli savaşlardan kaçınmak.
“IDF Strategy”, tanımlanan hedeflere erişmek ve düşmanı etkisiz hale getirmeyi içeren çok katmanlı bir güvenlik yaklaşımını esas alır. Strateji, aynı anda birden fazla cephede savaşabilecek şekilde hava, deniz, kara ve siber boyutlarda eşzamanlı operasyonlar gerçekleştirmek üzere tasarlanmıştır. Düşmanın karar merkezlerine hızlı, yoğun ve gerektiğinde eş zamanlı on binlerce sürpriz saldırı gerçekleştirmek bu stratejinin saldırı ayağını oluşturur.
“IDF Strategy”yi diğer askeri stratejilerden farklı kılan en önemli özellik, “Savaşlar Arası Kampanya” (Campaign Between Wars) ya da “Mabam Stratejisi” adı verilen bir yaklaşımla İsrail Savunma Kuvvetleri(IDF)’nin; konvansiyonel bir savaş olmadan gelecekteki savaşları önleme, caydırıcılığı artırma, operasyonel avantaj sağlama ve düşman kapasitesini zayıflatmaya yönelik sistematik ve düşük yoğunluklu bir savaşı her an sürdürmesidir.
Güya ‘barış’ döneminde yürütülen bu düşük yoğunluklu savaş, hedefli hava saldırıları, suikastler, sabotajlar, siber operasyonlar ve istihbarat müdahaleleriyle yürütülmektedir. Genellikle egemen ülke topraklarında yürütülen “savaşsız zayıflatma” stratejisi tamamen uluslararası hukuka aykırıdır. 2006 Lübnan Savaşı’ndan sonra geliştirilen “Dahiya Doktrini” ile düşman altyapısına (sivil veya askeri) orantısız güç kullanarak zarar vermek ve böylece düşmanın halk desteğini kaybetmesini sağlamak da “IDF Strategy”nin bir parçasıdır.
IDF Stratejisi Hamas karşısında çöktü
Aksa Tufanı adı verilen 7 Ekim 2023’teki Hamas’ın İsrail’e saldırısı, IDF’nin savunma stratejisini bütünüyle çökerten bir operasyon oldu. 2006’dan bu yana Gazze’yi abluka altında tutan İsrail’in uğradığı baskın saldırı ve verdiği büyük kayıplar güvenlik otoriteleri tarafından “stratejik başarısızlık” olarak değerlendirildi. IDF stratejisinin ‘Caydırıcılık’ ilkesi Hamas’a karşı etkili olmadığı gibi inanılmaz istihbarat zafiyetleri ‘Erken Uyarı’ sistemlerinin övünüldüğü gibi çalışmadığını ortaya koydu. 7 Ekimden bu yana hala zafiyetin sorumluları aranıyor ve bu durum, Netanyahu ile IDF-İstihbarat arasındaki çekişmenin ve güvensizliğin ana kaynağını oluşturuyor.
7 Ekim’de, 1 milyar doların üzerinde yatırımla Gazze çevresine inşa edilen radarlar, otomatik makineli tüfekler, termal kameralarla donatılmış “akıllı duvar”, bu duvarlar ardına hapsedilen Hamas tarafından kolaylıkla geçilmiş, Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugayları 22 farklı noktadan sızmayı başararak yüzlerce İsrailliyi esir almayı başarmıştı. Emir-komuta zinciri bozulan şaşkınlık içindeki İsrail ordusu ne yapacağını bilemez vaziyette ‘Hannibal Kuralı’nı devreye sokarak helikopter ve tank atışlarıyla yüzlerce vatandaşını öldürmüştü.
Hamas’ın IDF askeri stratejisini çok iyi çözdüğü, İsrail istihbaratına sızdığı, teyakkuz halinde bulunma ve erken haber almayı önceleyen IDF ve istihbarat birimlerini uyutarak savunmasız yakaladığı ortaya çıktı. Maruz kaldığı saldırı, kibirli İsrail ordusunun Hamas’ın kapasitesini iyi okuyamadığını ve hafife aldığını gösterdi.
Yaşadığı şok saldırılar karşısında afallayan İsrail, başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin yoğun askeri, istihbari, siyasi desteği ve fiilen yardıma koşmasıyla kendisini toparlayabildi.
Batılı müttefiklerinin askeri ve istihbari desteğine, operasyonlara bizzat katılmalarına rağmen İsrail Ordusu Hamas tünellerine giremedi, esirlerini kurtaramadı, direnişi kıramadı. Havadan bombalamalarla on binlerce sivilin öldürüldüğü bir soykırım yapmak ve yerleşim yerlerini enkaza çevirmek, açlığı bir silah olarak kullanmak dışında bir başarı göstermedi. Çatışma sırasında şehit olanlar hariç, Gazze topraklarında suikastlerle lider kadrosunu öldüremedi, disiplinli Hamas’ta istihbarat sızıntısı olmadı.
Savaş ve diplomasiyi bir arada götürmeyi esas alan ve yaptığı her hukuksuzluğu meşru müdafaa kılıfına sokarak uluslararası dokunulmazlık elde etmeyi başaran İsrail Savunma Stratejisi, 7 Ekim sonrası yaptığı insanlık dışı katliamlarla dünyanın pek çok devletinin ve halkının İsrail’i soykırımcı haydut devlet olarak görmesiyle çöktü, dünyadan izole edildi. Başbakan Netanyahu için UCM’den tutuklama kararı çıkması İsrail namına hazmedilmesi zor bir yenilgi oldu.
İsrail’in Mabam Stratejisi Hamas karşısında caydırıcı olmadı, hatta bu strateji kurmay bir akılla kendisine döndürüldü. Ön alıcı hamleyi stratejisinin merkezine koyan, proaktif saldırılarla ünlenen İsrail 7 Ekim’de kendi evinde “hızlı, yoğun ve eş zamanlı çok sayıda saldırıyla” baskına uğradı. Siber operasyonlar ve istihbarat oyunları ile düşman çökertme planları Hamas karşısında başarılı olamadı, 7 Ekim ve sonrasında kendisinin siber operasyonlarla yanıltıldığı, istihbarat ağına sızıldığı ortaya çıktı. Cerrahi operasyon adı verilen nokta atışlı suikastlerle düşman lider kadrosunu yok etmeyi savaş stratejisinin bir parçası olarak uygulayan İsrail’in çok önemli devlet görevlileri Kassam Tugayları tarafından evlerinde ele geçirilip esir alındı.
Savaş stratejisinin en nihai hedefi düşmanın fiziki gücünü yok etmekten ziyade iradesini kırmak, yani psikolojisini esir almaktır. 7 Ekim saldırısının video, canlı yayın ve sosyal medya ile dünya kamuoyuna yayılması İsrail halkında korku, çaresizlik, öfke duygularını tetikledi. İsrail kamuoyunda “IDF yenilmez” algısı çöktü.
İsrail iç siyasetinde ve toplumda kırılmalara sebep olan esir alma stratejisinin Hamas tarafından çok başarıyla yönetildiği, İsrail tarafının psikolojisini yıkıma uğrattığı ve yılgınlığa yol açtığı ortaya çıktı. Hamas’ın elindeki esirlerin serbest bırakılması için ateşkes isteyen, Netanyahu hükümetinin istifasını talep eden muhalif gösteriler bitmek bilmedi, hükümet ve Knesst hala sallantı halinde.
Aylardır devam eden savaşta Gazze halkı onca katliama ve insanlık dışı uygulamaya rağmen topraklarını terk etmedi. Hamas, çatışmalarda kaybettiği askeri kadrolarını hızla yeniledi. Psikolojisi çöken Filistin halkı değil Yahudiler oldu. Uzayan savaş sebebiyle asker ve sivil halkta bıkkınlık ortaya çıktı, yedekler askere gitmemek için direnmeye başladı, hükümet ile ordu-istihbarat arasında şiddetli güven krizi çıktı. Uçak, helikopter filolarının yenilenmesi ihtiyacı, füze stokunun hızla tükenmesi, artan savaş maliyetleri ve ekonomik kriz İsrail için savaşı sürdürülemez hale getirdi. Bundan, bulundukları ülkede dışlanan diaspora Yahudileri de payını aldı.
IDF’nin Mabam Stratejisi Hizbullah’a karşı başarıyla uygulandı
IDF Stratejisi Hamas’a karşı başarısız olup sonuç alamasa da, Direniş Ekseni’nin ilk ayağı olan Hizbullah’a karşı tam bir başarıyla uygulandı.
Hizbullah ağının kullandığı Pager tipi cihazlar 17 Eylül 2024’te, Walkie-talkie tipi telsizler ise 18 Eylül 2024’te Lübnan’ın güneyinde infilak ettirildi. İsrail istihbaratının üstlendiği bu patlamalarda örgüt mensubu 42 kişi öldü, 4.000’e yakını iş göremeyecek vaziyette yaralandı. İsrail nokta operasyonlarla Hasan Nasrallah başta olmak üzere Hizbullah’ın lider kadrosunu ortadan kaldırdı, Lübnan’daki füze cephaneliğini yok etmeye yönelik hava saldırılarında başarılı oldu. Moralleri yıkan, örgüt hiyerarşisini dağıtan ve örgüt içi çözülme yaratan,iletişimini felce uğratan bu saldırılardan sonra Hizbullah, elindeki on binlerce füzeye ve binlerce elemanına rağmen İsrail karşısında bir varlık gösteremedi. İran’ın ilk ve en önemli Direniş Ekseni çöktü.
İsrail’in siber operasyonlar ve istihbarat oyunlarıyla (elektronik sabotaj, siber istihbarat, kişisel suikast, psikolojik savaş gibi) uygulamaya koyduğu “hızlı, yoğun ve eş zamanlı çok sayıda saldırı”ya dayalı Mabam Stratejisi, Hizbullah karşısında bütün boyutları ile başarılı oldu. 7 Ekim’de Hamas saldırıları karşısında IDF ve istihbarat örgütlerinin yaşadığı utanç Hizbullah hamleleriyle silinmeye çalışıldı.
İsrail-İran savaşında IDF Stratejisinin etkinliği ve zaafı
Gazze’de Hamas’ın direnişi karşısında hedeflerine ulaşamayan ve içeride krizlerle boğuşan Netanyahu hükümetinin iktidarını devam ettirmesi için ABD’yi bizzat savaşın içine sürükleme ve savaşı ABD’nin de savaşı haline getirme dışında seçeneği kalmadı. Netanyahu son kozu olarak İran’a saldırıyı devreye soktu.
İsrail, 13 Haziran’da 200 uçak (ağırlıklı olarak F-35I, F-15I ve F-35) ve çok sayıda insansız hava aracı ile İran’a yönelik saldırıya geçti. Alçak irtifada yol alan İsrail uçaklarının saldırılarında, elektronik harp araçlarıyla köreltilen İran hava savunma sistemleri etkisiz kaldı, radarlar ve füze rampaları imha edildi. Önceden işaretlenmiş hedeflere yapılan nokta atışlarla Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları komutanları da aralarında olmak üzere 30 üst düzey general, 11 nükleer uzman öldürüldü, ülke genelindeki askeri tesisler ve nükleer tesisler bombalandı. İsrail saldırısına karşı bu kadar hazırlıksız olmak, bu kadar güvenlik zafiyeti vermek akıl alır gibi değildi.
Elbette bu hezimette ordu ve istihbaratın çift başlılığının büyük rolü oldu. İran’da bir yandan hükümete bağlı İran Silahlı Kuvvetleri (Artesh) diğer yandan Dini Lider’e karşı sorumlu İslam Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) mevcuttur. Konvansiyonel kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşan Artesh yurt savunmasından sorumludur ancak bütçesi sınırlı, ekipmanları eskidir. IRGC ise iç güvenlik, dış operasyonlar ve vekil güçlerin (Hizbullah, Hamas, Husiler gibi) desteklenmesi gibi alanlarda aktif olup İran’ın savaştan önce 3.000’den fazla olduğu söylenen balistik füzeleri ve SİHA mevcudu IRGC’nin envanterinde ve kontrolündedir.
Her iki kurum arasındaki rekabet ve koordinasyonsuzluk bu savaşta kendisini iyice gösterdi. 12 gün boyunca, 1.500 kilometreden daha uzak mesafeden gelen İsrail savaş uçakları İran hava sahasının tek hâkimi oldu, kendi hava sahasında hemen hiçbir İran uçağı uçamadı. Artesh’in ülke hava sahasını koruyamaması ve saldırılara mani olamaması İran adına üzücüydü ama daha vahim olanı kritik dron saldırılarının ülke içinden ajanlar ve yerli işbirlikçileri eliyle gerçekleştirilmiş olmasıydı. İran içine yıllardır sızdırılmış İsrail ajanlarının ve yerel iş birlikçilerinin güvenlik yapısına sızdığı, hassas bilgilere eriştiği ve hedef belirlemede rol aldıkları ortaya çıktı. Bu da iç güvenlikten sorumlu IRGC’nin büyük zafiyetini gösteriyordu. Yapılan operasyonlarda dron imalathaneleri ve çok sayıda dron ele geçirildi, 700 den fazla kişi MOSSAD ajanı olduğu iddiasıyla tutuklandı. Ülke yolgeçen hanına döndürülmüştü.
İran’ın ülke savunma sisteminde bu vahim işler olurken IRGC’nin 40 yılda Lübnan, Irak ve Yemen’de inşa ettiği Direniş Ekseni de iran’ı savunmak için İsrail’e karşı harekete geçmedi, beklenen caydırıcılığı sağlayamadı. Hâlbuki Direniş Eksenine bağlı örgütler, İran’ın bir saldırıya uğraması halinde ön mukavemet cepheleri olarak yapılandırılmışlardı. Bu savunma stratejisi de çöktü.
Sonuç olarak İran güvenlik sağlayıcıları, Hamas gibi IDF Savunma Stratejisini çözememişlerdi ya da saldırıya uğramayacaklarına olan güvenin rahatlığı içindeydiler.
İran, savunmada akıl almaz boşluklar bırakırken İsrail’e yönelik karşı saldırılarda kayda değer başarılar elde etti. İsrail üzerine bilindiği kadarıyla 591 füze ateşledi, 1000’in üzerinde insansız hava aracı gönderdi.
İsrail, İran’dan gelen füze ve İHA’ları karşılamak üzere çok katmanlı hava savunma sistemini devreye soktu. Üç kademeden oluşan hava savunma sistemi şunlardan oluşuyordu:
Demir Kubbe: Kısa menzilli roket ve füzelere karşı.
David’s Sling: Orta menzilli tehditler için.
Arrow Sistemi: Balistik füzelere karşı.
Savunma sistemi, yüksek irtifalı balistik füzelere karşı ABD’den getirilen THAAD Bataryası ve Amerikan gemilerinden fırlatılan SM‑3 ve SM‑6 savunma füzeleriyle de desteklendi.
İran, savaşın ilerleyen günlerinde gelişmiş Şahit-136 gibi İHA’lar ve yeni nesil balistik füzeleri kullanmaya başlayınca İsrail’in Demir Kubbesi delik deşik olmaya başladı, füze engelleme başarısı %65’e kadar geriledi. Demir Kubbe, daha çok kısa menzilli roketlere karşı etkili olacak şekilde geliştirildiğinden İran’ın yüksek hızlı ve hassas füzeleri karşısında yetersiz kaldı. İran karşı saldırılarında Tel Aviv, Hayfa, Ramat Gan ve Beerşeva gibi şehirlerde stratejik hedefler vuruldu, özellikle Nevatim Hava Üssü’ndeki F-35 hangarları gibi kritik noktalar hasar aldı. İsrail açıklamalarına göre füzelerin verdiği hasarların maliyeti 3 milyar dolardı.
Orta menzilli David’s Sling Sisteminde kullanılan Stunner füzeler savaşta yoğun kullanıldı(100 civarında), başarı oranı %75’ler civarında olan füzelerin stoku hızla tükendi. Bu füzelerin tedariki tamamen ABD’ye bağlıdır.
İran saldırılarında İsrail’in yüksek irtifalı balistik füzelere karşı yeterli korumaya sahip olmadığı ortaya çıktı. İran balistik füzelerine karşı kullanılan pahalı Arrow 2/3 füze stoku kritik seviyeye düştü. İsrail bu füze stokunu yenilemek için de ABD’ye bağımlı durumdadır.
Toplamda 7 THAAD bataryasına sahip olan ABD, bu bataryalardan birisini 13 Ekim 2024’te İsrail’e konuşlandırmıştı. İran’ın balistik füze saldırısı sırasında aktif hale getirilen THAAD sistemi önleme için 60-80 adet savunma füzesi kullandı. ABD’nin küresel THAAD füze stokunun yaklaşık %15–20’si 12 günde tüketildi, bunun ABD’ye maliyeti 800 milyon dolar oldu. Üretici Lockheed Martin’in yılda en fazla 50-60 THAAD füzesi ürettiği dikkate alındığında İsrail savunmasının ABD’ye nasıl bir yük oluşturduğu görülüyor.
Yine ABD destroyerleri, İran’ın füzelerine karşı SM‑3 ve SM‑6 savunma füzelerini aktif olarak kullandı. Her iki sistemin de hızlı stok tüketimi Pentagon’da stratejik kaygı yarattı. Bu füzelerin tedarikinde ciddi sorunları var.
ABD füzelerinin yapımında yüzde 90’lara varan oranda Çin’den ithal edilen Nadir Toprak Elementleri(NTE) kullanılıyor. Bu elementler olmadan imal edilmeleri mümkün değil. Ancak, Çin’in 2024 Aralık ayından bu yana ABD’ye uyguladığı NTE satış yasakları ve sınırlamaları sebebiyle NTE’lerin imalat girdisi olarak kullanıldığı silah ve mühimmat üretimi oldukça yavaşladı. ABD’nin Ukrayna ve İsrail’e sağladığı yardımlar sebebiyle özellikle Patriot, Tomahawk ve diğer hassas güdümlü füze stokları tükenme riskiyle karşı karşıya kaldı.
İsrail, önleyici füze stokunun tükenmesi ve yenileyememe riski ile karşı karşıya bulunurken İran’ın hâlâ 2.000 balistik füze kapasitesi olduğu tahmin ediliyor.
Sonuç
Yukarıda anlattığımız üzere göklere çıkarılan İsrail Savunma Stratejisi, Hamas tarafından çözülmüş ve tersine çevrilerek kendisine karşı başarıyla uygulanmıştır. IDF Stratejisinin ‘caydırıcılık’ ilkesi, bütün insanlık dışı katliamlara rağmen Gazze halkının direncini kıramamıştır. Uzayan savaş ve savaşın maliyetleri ters teperek İsrail halkında yılgınlığa yol açmış, yedekler askere gitmemek için direnirken zenginler ülkeyi terk etmiş, caydırıcılık ilkesi Hamas’ın inanç ve azmi karşısında bir işe yaramamıştır.
‘Erken Uyarı’ ilkesine uygun olarak İsrail istihbaratı İran ve vekil örgütlerine sızıp bu yapıları içeriden çökertip operasyona maruz hale getirirken Hamas disiplinli yapısıyla buna geçit vermemiştir. Tersine 7 Ekim saldırısı, Hamas’ın İsrail devletine sızdığını, kurumlarına siber operasyonlar yapabildiğini, bunu yaparken İsrail istihbaratını uyuttuğunu göstermiştir.
7 Ekim’de yüzlerce İsrailliyi esir alarak Gazze’ye getirmesi ve bunu işgale son vermek için pazarlık konusu yapması Hamas’ın proaktif savunmayı en az İsrail devleti kadar iyi bildiğini ve ‘Önleyici Saldırı’yı başarıyla uyguladığını göstermektedir.
Uzun süreli savaşlardan kaçınma ve hızlı – kesin sonuçlar elde etme prensibiyle hareket eden İsrail ordusu, Hamas’ın savaşı zamana yayan stratejisi karşısında bezmiş ve bıkmış, komuta kademesinin savaşı kazanma umudu kalmamıştır. Geliştirdiği tünel savaşları ile baş edilemez olan Hamas, teknolojiden uzak durarak İsrail’in en başarılı olduğu siber operasyon girişimlerini de boşa çıkarmıştır.
45 km2’lik dar bir alanda ve tüneller içinde üstün bir düşman gücüyle savaşan Hamas, düşman stratejisini tersine çevirme ve boşa çıkarmanın emsalsiz örneğini vermektedir.
Öte yandan, savunmada halkına hayal kırıklığı yaratan İran, düzenlediği başarılı balistik füze ve İHA saldırıları ile İsrail’in savunma sisteminin zayıflıklarını ortaya çıkardı ve kritik tesislerine ciddi zararlar verdi. Tel Aviv’de bulunan Mossad ve İsrail Askeri istihbarat Müdürlüğü(AMAN) binaları balistik füzelerle vuruldu, Herzliya kentinde bulunan Mossad karargâhı yerle bir edildi, Mossad efsanesi çöktü. Savaşın ilk 9 gününde 24 İsrailli öldü, 1.200’den fazla kişi yaralandı, 25.000’den fazla bina yıkıldı ve 8.000’den fazla insan evlerinden tahliye edildi. Kısa sürede İsrail şehirleri enkaz halindeki Gazze’ye döndü.
Demir Kubbe’nin “Delik Kubbe”ye dönmesi, füze stoklarının tükenmesi, yenileyebilmek için Amerikan tedarikine muhtaç olması İsrail’in sınırlarını gösterdi. İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, 12 günlük İsrail-İran savaşının toplam maliyetini yaklaşık 12 milyar dolar olarak açıkladı. İsrail-İran savaşının öncesinde İsrail Merkez Bankası, 2023-2025 döneminde savaşın ekonomiye maliyetinin yaklaşık 70 milyar dolar olabileceğini öngörmüştü. İran savaşıyla 12 milyar dolar ek maliyet geldi. Savaşın dolaylı etkileriyle (azalan yatırımlar, işgücü piyasası aksamaları ve verimlilik kaybı) ekonominin 10 yılda yaklaşık 400 milyar dolar zarar görebileceği tahmin ediliyor.
Var olmak ve savaşmak için ABD yardımlarına muhtaç olan İsrail, 2023-2024’te 17 milyar USD acil ABD yardımı almak zorunda kalmıştı, 2025 yılında da 10 milyar USD ara finansman talebinde bulundu.
Donald Trump, 22 Haziran Pazar günü, danışıklı olduğu kabul edilen bir saldırı ile İran’daki üç nükleer tesisi vurarak savaşı durdurdu ve her iki devleti de içine düştükleri çıkmazdan şimdilik kurtardı. Ülkesini İsrail yanında savaşa sokan ilk ABD devlet başkanı olarak Trump, hem İsrail hem de ABD içindeki Siyonist lobi üzerinde güçlü bir otorite sağlamış oldu.
İsrail, hem askeri hem siyasi hem de ahlaki olarak onlarca yıldır sırtlarında taşıyan Batı dünyası için kurtulunması gereken bir yüke dönüşmüş durumda. İki devletli çözüm için bütün dünyada yükselen sesler İsrail’i 1967 öncesi sınırlarına itecektir…