Okuma Süresi: 5 dakika

22 Ağustos’ta Rusya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, ülke topraklarının sadece yüzde 8’inin kontrolünü elinde tutan Suriye ordusunun, Rus hava güçlerinin 2015’te başlattığı operasyonlardan bu yana ülke topraklarının yüzde 96.5’inin denetimini yeniden ele geçirdiği ve  Rus güçlerinin  Suriye’deki terörist gruplara karşı operasyonlarında 86.000 militanın ve militan grupların 830 komutanının öldürüldüğü belirtildi.

Bu haber, üzerinde hiçbir değerlendirme yapılmadan, gündemin diğer haberleri arasında sıradan bir haber olarak akıp gitti. Yabancı bir gücün, yerli halktan 86 bin kişiyi hangi hakla öldürebildiği sorgulanmadı. Çünkü terörizmle savaşmak, uluslararası hukukun tanıdığı bir haktı ve güçlü devlet birisine terörist dediği zaman uluslararası hukuk onun öldürmesine cevaz veriyordu. Bunda yadırganacak bir durum yoktu..

ABD’deki 11 Eylül saldırılarından sonra kamuoyu gündeminden düşmeyen “terörizm, terörizm tehdidi ve teröre karşı savaşma hakkı” istismara açık, en tehlikeli uluslararası hukuk kavramları haline geldi. “Terörizm” her devletin kendi güvenlik stratejisi, dış politika çıkarları için bir başka devlete askeri olarak müdahale etme, işgal etme imkanını veren bir aparata dönüştü.

30 Eylül 2015’te Rejimin daveti üzerine askeri müdahalede bulunan Rusya’da, Suriye halkına karşı yürüttüğü savaşı “terörizmle mücadele” gerekçesine dayandırdı.

“Ulus”unu katleden bir yönetim

Rejime karşı gösterilerin başladığı 2011’de Suriye’nin nüfusu yaklaşık 22 milyondu. Gösterilerin önce ayaklanmaya, sonra iç savaşa dönüşmesinden sonra Suriye nüfusunun % 41’i iç savaş nedeniyle göçmen haline geldi. ABD merkezli PEW araştırma şirketinin 2018 Ocak ayında yayınladığı araştırma raporuna göre, 2011 yılından beri devam eden iç savaş nedeniyle 13 milyon Suriyeli evlerini terk etti. Bunların yüzde 49’u (6 milyon) ülke içinde yer değiştirirken, yüzde 51’i başka ülkelere göç etti. En çok Suriyeliyi alan ülke ise Türkiye oldu. Suriyelilerin 3.4 milyonu Türkiye’ye, 1 milyonu Lübnan’a, 660 bini Ürdün’e, 250 bin’i Irak’a göç etti. Yaklaşıl 1 milyon Suriyeli sığınma talebiyle veya mülteci olarak Avrupa’ya gitti.

Halen devam etmekte olan çatışmalarda sivil-asker, 500 binin üzerinde insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan yaralanmalar dolayısıyla fiziki engelli haline geldi yada ağır travmaya maruz kaldı. Yüzbinlerce konut, işyeri, resmi kurum binası kullanılamaz hale geldi. Yollar, kanalizasyon, su ve elektrik altyapısı ağır hasar gördü. Kadim medeniyetlerin yaşadığı topraklar, kendi halkı üzerinde kimyasal silah kullanmaktan çekinmeyenlerin vahşi bir iktidarda kalma mücadelesine sahne oldu.

15 Mart 2011’de Dera şehrinde, Arap Baharı’ndan etkilenen sivil halkın daha fazla özgürlük talepleri ile başlayan gösterileri geniş çaplı tutuklamalar, işkenceler, polis şiddeti ile karşılık buldu. Halkın devlet  şiddetini protesto eden gösterileri bütün ülke çapına yayıldı. Rejim, halktan gelen taleplere karşılık vermek, siyasetin önünü açmak, 1963’den beri elinde bulundurduğu iktidarı paylaşmak yerine gösteri yapılan şehirleri tank ateşine tutarak ve havadan bombalayarak cevap verdi. Şiddet yoluyla halkını yola getirmek isteyen Rejim ile muhalifler arasındaki çatışma uluslararası güçlerin müdahalesi ile çığırından çıktı. 2015 yılına gelindiğinde Rejim, Suriye topraklarının %92’si üzerinde hâkimiyetini kaybetmişti.

Rusya’nın Suriye üzerinde mutlak hükümranlığı

Esed rejiminin “müşterek meşru müdafaa hakkı” gerekçesi ile davet ettiği Rus ordusu 30 Eylül 2015’te Suriye savaşına müdahil oldu.

Suriye ile Rusya’nın siyasi-askeri işbirliği Sovyetler Birliği (SSCB) döneminde, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra başlamıştı. 1953’ten sonra Baas Rejiminin yönetimi ele geçirmesi ile birlikte, Suriye-Rusya ilişkileri siyasi, ekonomik ve askeri boyutlar kazandı ve Suriye Rusya’nın Akdeniz ve Ortadoğu’daki en büyük müttefiki haline geldi. Suriye ordusu Rus silahları ile donatıldı. Suriye, 1956-2000 yılları arasında 26 milyar dolarlık Rus silahı satın aldı. Suriye askerleri Ruslar tarafından eğitildi ve doktrine edildi. Rusya’ya eğitime gönderilen Suriye subaylarından 8 bini Rus kızlarıyla evlenerek döndüler ve Suriye’de ayrı bir sınıf oluşturdular.

Sovyetlerin dağılıp Rusya Federasyonu kurulmasından sonra da ilişkiler devam etti. 2005 yılında Beşar Esed’in Rusya ziyaretinde, silah alımlarından kaynaklanan borçlarının %70’ine tekabül eden 13.4 milyar dolarlık borç Putin tarafından silindi. 2007-2010 yılları arasında teslim edilmek üzere Suriye ile 4,7 milyar dolarlık yeni bir silah satış anlaşması imzalandı. Alacağından vazgeçen Rusya, bu tarihten sonra Suriye üzerinde mutlak tasarruf sahibi oldu.

Rusya’nın geleneksel Akdeniz’e inme ve sıcak denizlerde söz sahibi olma stratejisi bakımından Suriye’nin kendisine mutlak bağlı şekilde elde tutulması Rusya bakımından hayati önem taşımaktadır. Soğuk savaş dönemi müttefiki Baas rejimi yerine, İslâmi hassasiyeti yüksek bir muhalefetin iktidar olması, Rusya için 60 yılı aşan bir çaba ve maliyetin boşa gitmesi demekti. Suriye’deki İslâmi eğilimli muhalefetin başarısı, onlara göre, Rusya’nın şiddetle bastırdığı Kafkaslardaki ayrılıkçı hareketlerin de tekrar canlanmasına yol açabilirdi.

Bütün bu sebeplerin yanısıra Rusya, Sovyetlerin dağılması ile birlikte dünya nezdinde zaafa uğrayan süper güç kapasitesinin hala devam etmekte olduğunu Suriye’de en sert biçimde göstermeyi fırsat olarak değerlendirdi.

Uluslararası düzenin iflası

Rusya, Baas rejimine karşı mücadele eden ve ülkede hakimiyetini %92’ye kadar yayan halk muhalefetini bastırmak üzere Suriye’ye askeri müdahalesini “Suriye hükümeti tarafından davet edilen tek ordunun Rus ordusu olduğu” teziyle meşrulaştırmaya çalıştı.

Uluslararası barış ve güvenliğin tedariki ve korunmasını amaçlayan Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2/4 maddesinde bir devletin başka bir devletin topraklarında silahlı saldırı veya askeri müdahale gerçekleştirmesi ya da o devleti silahlı saldırı ile tehdit etmesi yasaklanmıştır. Ancak istisnai durumlarda, uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanımına izin verilmiştir (Md.51). Bu istisnai durumlar, meşru müdafaa veyahut müşterek meşru müdafaa hakkını gerektirecek durumların oluşması ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kuvvet kullanımıdır.

BM Anlaşması devletlerarası ilişkiyi düzenlemiştir. Dolayısıyla, müşterek meşru müdafaa için yabancı bir devleti müdahaleye davet edecek olan devleti temsil edenlerin en başta meşruiyetinin bulunması gerekir. Ağır insan hakları ihlalinde bulunan, 2013’te halkına karşı kimyasal saldırıda bulunarak 1400 kişiyi katleden, nüfusun % 41’inin evlerini terk etmesine neden olan ve 2015 yılı itibariyle ülkenin sadece %8’lik kısmında hâkimiyeti bulunan bir Rejimin meşruluğundan elbette ki bahsedilemez.

Ancak, mevcut uluslararası sistemin böyle bir meşruiyet talebi de yoktur. Demokratik olmayan, ağır insan hakları ihlali yapan rejimler de uluslararası sistemin bir parçasıdırlar; hatta BM Güvenlik Konseyi’nin üyesidirler. Önemli olan devletlerin uluslararası sisteme ve kurallarına biatıdır. Devletleri bağımsız olarak tanıyan ve sisteme kabul edenler, çoğu zaman devleti yönetenlerin kendi halklarına ne yaptıkları ile ilgilenmezler. Ta ki, o devlet uluslararası sisteme başkaldırana kadar. O zaman halklar birden önemli hale geliverirler…

Kısaca, sistemin adı “uluslararası” da olsa, bir “uluslararası hukuk” tan da bahsedilse, hukuku korunacak olan “ulus” değil, küresel sisteme tabi olan yönetici erktir. Sistem, uluslar-arası değil, hegemonik güçler ile ona tabi olanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemektedir.

Sistemin sahipleri, önceden koydukları kurallar kendi manevra alanını daralttığında, hemen bir gerekçe bularak/icad ederek istisnalar oluşturmakta ve bir süre sonra istisnaları genelleştirerek çıkarlarını ve biat ilişkisini devam ettirmenin formülünü bulmaktadırlar. ABD ve koalisyon ortaklarının Afganistan ve Irak’ta milyonlarca Müslümanın ölüm ve yaralanmasına, memleketlerinin yıkımına yol açan işgalleri de üretilmiş gerekçelere dayandırılmıştır. Mesela, Irak işgalinin gerekçesi olan Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahı ürettiği iddiası boşa çıkmış ancak, ABD işi pişkinliğe vurmuştur.

Büyük güçlere mazeret üretmenin son örneği olarak BM, 20 Kasım 2015’te aldığı 2249 sayılı kararla üye devletlere IŞİD’e karşı gerekli her türlü önlemi alma yetkisi vermiştir (UN Security Council Resolution S/RES/2249, 2015). Bu kararla, herhangi bir devlet (elbette hegemonik devletleri kasdediyoruz), İŞİD’in faaliyet gösterdiği bahanesi ile bir başka devlete askeri müdahalede bulunma hakkını elde etmiştir.

Rusya Suriye’ye ortak oldu

Suriye’de çıkarlarını maksimize etmek için İŞİD gerekçesini en iyi kullanan Rusya olmuştur. Rus uçakları Suriye’ye girdiği andan itibaren, İŞİD’in faaliyet göstermediği bilinen Türkmen dağını ısrarla vurmuş ve Türkmenlerin bölgeyi boşaltması için uğraşmış, hatta defalarca Rus uçakları Türkiye hava sahasını ihlal etmiştir. Nitekim bu ihlaller 24 Kasım 2015’de bir Rus uçağının Türk sınırında vurulması ile sonuçlanmıştır.

Rusya yoğun hava saldırıları ile, bir yandan muhaliflerin hâmisi Türkiye’yi zorda bırakmak için halkı göçe zorlarken, diğer taraftan şehirleri, yerleşim yerlerini bombalayıp sivil muhalefetin direnişini kırmaya çalıştı. Hastaneleri, okulları, pazar yerlerini, insani yardım konvoylarını, tahliye konvoylarını bombalamada beis görmedi. Sivil muhalefetin gücünü kırdı. 2015 yılı itibariyle tükenmiş Beşar Esed’in Suriye coğrafyasındaki hakimiyetini yüzde 96.5’a çıkardı.

Sovyetler dağıldıktan sonra Gürcistan, Ukrayna ve ardından Suriye’ye yaptığı sert askeri müdahaleler ile süper güç olduğunu göstermek isteyen Rusya’ya demokratik dünyadan (!) gelen tek tepki, öldürürken kimyasal kullanmamasından ibaret oldu.

Beşar Esed halkıyla paylaşmadığı iktidarı Rusya ile paylaşmayı tercih etmişti. Nitekim, 2018 Nisan ayında bir heyetle birlikte Suriye’yi ziyaret eden Birleşik Rusya Partisi milletvekili ve Suriye Dostluk Gurubu üyesi Dmitry Sablin, Esed’in “Rusya Suriye’de artık misafir değil, ev sahibi. Verdiğimiz mücadelenin tüm süreçlerini bizimle birlikte yaşadı” dediğini aktarmıştı. Mesele açığa kavuşmuştu. Rus müdahalesinin amacı Suriye’ye ortak olmaktı, terörizm işin bahanesi idi..

Uluslararası düzenin garip bir cilvesi olarak Rusya 2008 yılında, resmi olarak Gürcistan toprağı olan Güney Osetya’yı Oset halkının kendisini davet ettiği iddiasıyla, Gürcistan ile savaşarak işgal edip bağımsızlaştırmıştı. 2015 yılında bu defa tam tersini yaparak, Rejimin daveti üzerine halkı ezmek üzere Suriye’ye girdi

Uluslararası sistemin özeti:

Kurt kuzuyu yemeyi kafasına koymuşsa,

derenin alt tarafında su içen kuzuyu

kendi içtiği suyu bulandırmakla suçlayacaktır. 

*Bu yazı 11 Eylül 2018 tarihinde SDE.org sitesinde yayınlanmıştır.

Kategoriler: Yazılar