Elviye-i Selâsenin İstirdadı Politikası
1828-1829’daki Osmanlı-Rus Harbinin mağlubiyetle sonuçlanması üzerine Ruslara terk edilen Ahıska ve Ahılkelek ile, 93 Harbi olarak bilinen 1877/1878 Osmanlı-Rus Harbinin savaş tazminatı olarak Ayastefanos Andlaşması ile verdiğimiz ve Brest-Litovskda Rusyadan zorla geri aldığımız, Mondoros Mütarekesi ile tekrar kaybettiğimiz Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan ve Batum vilayetleri)nin anavatana tekrar katılması mücadeleleri, Türk istirdat politikalarının önemli safhalarından birisidir.
Osmanlı Devleti Ruslara bırakmak zorunda kaldığı bu toprakları, bir şekilde geri alma düşüncesini hiçbir zaman terk etmedi. Terk edilen vatan topraklarının istirdadı ve Rusların asimile politikalarına direnmek maksadıyla Elviye-i Selâsede bir takım gizli teşkilatlanmalar yapıldı. Fahreddin Piroğlu (Erdoğan) Türk Ellerinde Hatıralarım adlı kitabında 1899 yılı sonrası Karsını anlatırken, gizli İttihad-ı İslam Cemiyetinin mevcut olduğunu, daha sonra bu cemiyetin Türk İttihadı Cemiyeti şeklinde değiştiğini ve genişlediğini anlatmaktadır. Daha sonraki yıllarda, İttihad ve Terakki merkez-i umumisinin Dr. Bahaddin Şakir Beyin vasıtasıyla yönlendirmesi sonucu, Kafkaslarda ve Azerbaycan da 1906dan itibaren Cemiyet-i İslâmiye ler teşkil edildi. Bu teşkilatların amacı, Müslüman halkın kimliğini muhafaza etmek ve ayrı düşen vatan topraklarını anavatana bağlamak idi.
1.Dünya Savaşına iştirak eden Rusların 1 Kasım 1914te Kafkas Cephesine saldırmalarıyla, Osmanlı Devleti için 1878de kaybettiği Elviye-i Selâseyi kurtarma umudu doğmuştu. Türk askerleri ve milisleri Kasım ayındaki çatışmalarda Artvin, Borçka, Ardanuç ve Ardahanı Rus işgalinden kurtardı. Ancak, Ermeni ve Gürcülerden destek taburları oluşturan Ruslar, 1915 yılının ilk aylarında bu yerleri geri aldılar. Trabzon ile birlikte, Erzurum, Erzincan, Muş, Van, Bitlisde dâhil olmak üzere Doğu Anadolunun pek çok yerini işgal ettiler.
Ancak, 1917 yılı başlarında Rusyada baş gösteren ayaklanmalardan sonra, Rus ordusu işgallerini durdurdu. 1917 Mart İhtilalinden sonra çıkarılan af dolayısıyla, Rusyanın çeşitli bölgelerine sürülen Türkler geri döndüler, hızla Karsta kurulan Gizli İslam Komitesi nin şemsiyesi altında teşkilatlanmaya başladılar. Komite üyeleri halkı teşkilatlandırmak ve silahlandırmak üzere, Kağızman, Sarıkamış, Oltu, Göle, Akbaba, Zarşat, Şüregel, Ardahan, Azgur, Ahıkelek, Ahıska, Hırtıs ve Koblıyan ilçelerinde İslam Komiteleri kurdular.
Rusların işgal ettikleri Doğu Anadoluyu terk ederken silahlandırdığı Ermeniler, Müslümanlara karşı korkunç katliamlara girişmişlerdi. Erzurumdan Kafkasyaya kadar olan bu bölgede milis kuvvetler Ermenilere karşı direniyorlardı. Bu katliamlar karşısında Türk Ordusu 12 Şubat 1918den itibaren harekâta girişti. 3 Mart 1918de, Brest-Litovsk şehrinde Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Brest-Litovsk Andlaşması ile Rusya, Elviye-i Selaseyi Osmanlı Devletine terk etmeyi kabul etti.
Anlaşma hükümlerine aykırı olarak, Mavera-i Kafkas Hükumetinin Kars, Erzurum ve Batumu boşaltmaya direnmesi üzerine, Kafkas İslam Ordusu bir harekât başlattı ve Sarıkamış, Batum ve Karsı geri alarak 30 Nisan 1918de Elviye-i Selasenin tamamını anavatana kattı. Türk ordusu 15 Mayısta Gümrüye girdi. Ermeni ve Gürcüler ile, Batum konferansında imzalanan 4 Haziran 1918 tarihli anlaşmalar ile Osmanlı toprakları doğuda Ahıska ve Ahılkelekin katılmasıyla da 1828 sınırına ulaştı. Nahçıvanın Osmanlı Devletinde kalması ile Azerbaycanla hudut birliği sağlandı. Kafkas İslam Orduları Gümrü, Gence, Bakü, Derbent, Petrausk-Demirhanı işgal ettiler. Brest-Litovsk Anlaşması hükümlerine göre Haziran 1918de yapılan plebisitte, halkın büyük çoğunluğu Osmanlı Devletine katılma yönünde oy kullandı.
Doğuda her şey lehe giderken Osmanlı Devletinin 30 Ekim 1918de imzalamak zorunda kaldığı Mondros Mütarekesi, Osmanlı ordusunun Güney Kafkasyayı terk edip, 1914 hudutları gerisine çekilmesini, Batumun ve Bakünun müttefiklerce işgal edilmesini öngörüyordu. Türk askerinin çekilmesi, Elviye-i Selase havalisinin Ermeni ve Gürcülerin işgaline açık hale gelmesi anlamına geliyordu. Harbiye Nezaretinin terhis emrini verdiği 5 Kasım 1918 günü, Karsta yaşayan Müslüman halk, Kars Milli İslam Şûrası adı altında bir teşkilat kurdular ve Nahçıvan, Ahıska ve Batuma kadar olan Türk bölgelerine telgraf ve mektuplar göndererek bu milli müdafaa teşkilatının şubelerini kurmalarını istediler. 9. Ordu Kumandanı Yakup Şevki (Subaşı) Paşanın komutasındaki Kafkas Türk Ordusu bu bölgeyi terk etmeden önce 14 Kasımda yapılan kongrede Milli İslam Şûrası Merkez-i Umumisi adıyla bir de hükümet oluşturuldu. Harbiye Nezareti, 4 Aralık 1918 tarihli telgrafla, ordudan silah ve malzeme verilmek suretiyle, (Mayıs 1918de Enver Paşa tarafından Fahr-i Alay Komutanı sıfatıyla Karsa gönderilmiş bulunan) Cihangirzâde İbrahim komutasındaki Şura Milis Kuvvetlerinin Elviye-i Selâsedeki Türkleri korumaları emrini verdi.
Türk ordusunun çekilmesinden sonra, Milli İslam Şûrası 17/18 Ocak 1919 günü bir kongre yaparak, Cenubigarbi Kafkas Hükumeti Muvakkate-i Milliyesi adı altında geçici bir hükumet kurdu, ertesi gün, 18 maddeden oluşan anayasasını onayladı. Bu anayasanın 11.maddesinde İtilaf devletleri, doğu Türkiye illerini alıp başka bir millete vermek isterse Cumhuriyetimiz Türkiye`den ayrılmamayı kesin olarak kabul etmiştir. hükmü yer alıyordu. Hükümet başkanlığına, Edirnenin istirdadından tanıdığımız Cihangirzâde İbrahim Bey getirildi. İbrahim Bey, Fahri Alay Komutanlığı sıfatını da taşıyacaktı. Seçimle oluşturulan 60 üyeli meclis, 1 Mart 1919da çalışmalarına başladı. Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti Muvakkate-i Milliyesi, 25 Mart 1919da Cenubî Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesi adını aldı. Bu hükumetin yönetiminde Arpaçay, Sususuz, Kars/merkez, Selim, Sarıkamış ilçelerini içine alan Kars Sancağı ile, Çıldır, Ardahan/Merkez, Göle, Hanak ve Posof ilçelerini içine alan Ardahan sancağı çekirdek olmak üzere, Batum Sancağına bağlı Batum/Merkez, Murgul (Göktaş), Borçka, Ardanuç, Artvin, Acara, Şavşat idi. Bu devlet, 1 milyon 738 bin nüfusa sahipti.
Cenubî Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesine, 13 Nisan 1919da Meclise giren İngiliz askerleri tarafından son verildi. Hükûmet üyeleri ile memurlardan 12 kişi tutuklanarak Maltaya sürgüne gönderildi. İngilizler 30 Nisan 1919 günü Karsı Ermenilere teslim ettiler. Ermenilerin kendilerine teslim edilen havalide Müslümanlara karşı katliamlara giriştiler. Ta ki, 30 Ekim 1920de Kazım Karabekir Paşa tarafından kurtarılana kadar
Ermeniler, Kars, Sarıkamış, Kağızman ve Ardahana hâkim olmalarına rağmen, diğer ilçelerde kurulan şuralar bilhassa Oltu şurası, Karsın kurtuluşuna kadar mücadeleye devam ettiler. Cenûbigarbi Kafkas Hükümeti’nin İngilizler tarafından dağıtılmasından sonra Karsla bağlantısı kesilen Oltu İslâm Şûrası, memleketi sonuna kadar savunma ve düşmana teslim etmeme kararı aldı ve 25 Mayıs 1919 tarihinde bağımsız “Oltu İslâm Şûra Hükümeti”ni kurdu. Hükümet başkanlığına da Yusuf Ziya Bey getirildi. Oltu İslâm Şûra Hükümeti, Karınca Düzü’nden Kaleboğazı’na, Artvin’den Bardız ve Narman yaylalarına kadar olan bölgede faaliyet gösteriyordu.
Hükûmet kurduktan sonra, Ermeni, Rum ve İngiliz baskısı altında kalan Oltulular 12 Kasım 1919’da “Yüce Maksat Programı” nı ilan ettiler. 63 delege bu programa sadık kalacaklarına dair Kur’an-ı kerim üzerine yemin ederek metni imzaladılar. Bu programda; millî saadetin temini için bütün Müslümanların “Albayrak” altında birleşmeleri lazım geldiği, esas gayenin İslâm hâkimiyetini yaşatmak olduğu, Oltu’yu yüce halifelik makamına bağlamak için çalışılacağı, bölge halkını Rum, Ermeni ve Gürcü zulmünden kurtarmanın bir görev olduğu açıklanıyordu. Bu programda İslâm Şûrası, “Oltu İslâm Terakki Fırkası” adını aldığını açıklıyor, bayrağı ve mührünü ilan ediyordu.
Elviye-i Selâsenin vatan sınırları içerisinde sayılması hem Erzurum hem de Sivas Kongresinde karar altına alınmıştı. Ayrıca, son Osmanlı Meclis-i Mebûsanın ilan ettiği Misâk-ı Milli hudutları içerisine de dâhil edilmişti. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da açılınca, 17 Mayıs 1920’de Yasin Haşimoğlu TBMM’ne katıldı. TBMM kendisini Oltu Sancağı Milletvekili olarak kabul etti. Aynı oturumda Oltu’nun Anavatanla birleştiği alkışlarıyla ilan edildi. Böylece 13 aylık bağımsız Oltu Şura Hükümeti sona erdi. Ermenilerle yapılan 3 Aralık 1920 tarihli Gümrü Andlaşması ile Kars, Sarıkamış, Kağızman, Kulp ve Iğdır kati olarak Türk topraklarına katıldı.
Anadolunun İstirdadı Politikası
30 Ekim 1918de imzalanan Mondoros Mütarekesinden hemen sonra, memleketin İtilaf devletleri tarafından işgali ihtimaline karşı, Anadoluda gayr-ı resmi bir mücadele organize etmek ve işgal altında hareket kaabiliyeti sınırlandırılmış olan İstanbul Hükumetini rahatlatmak amacıyla Anadoluda milli bir idare kurmak üzere faaliyete geçilmesi de tipik bir istirdat projesidir.
Mondoros Mütarekesinden hemen sonra, Erkan-ı Harbiye muhtemel düşman işgaline karşı direnişe geçmek üzere sivil halkı teşkilatlandırmaya başladı. İlk önce 2 Kasım 1918’de, Trakya toprağını Yunanlılara kaptırmamak için I. Ordu Komutanı Cafer Tayyar Paşanın önderliğinde ”Trakya Paşaeli Müdafaai Osmaniye” derneği kuruldu. İşgalin başlamasından sonra bunu 2 Aralık 1918de İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti nin kurulması takip etti. Bu cemiyetin kurulduğu sıralarda aynı maksatla Müdafaa-i Vatan Heyetiçalışmalara başladı (İzmirin Yunanlılar tarafından işgalinden bir gün önce bu kuruluş Redd-i İlhak adını almıştır). Doğu illerimizin Ermenilere verilmesini önlemek maksadıyla, 4 Aralık 1918de Vilâyet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti, Adana yöresindeki işgale karşı 21 Aralık 1918’deKilikyalılar Derneği, Pontus Rumları’nın talep ve saldırılarına karşı 12 Şubat 1919’da ”Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti” kuruldu.
Edirnenin istirdadı ile bir proje ve model olarak hayata geçirilen İSTİRDAT anlayışına göre, gayri resmi çeteler düşmanla savaşacak ancak onların faaliyetlerinden resmi devlet sorumlu olmayacak, hatta politik olarak sıkıştığında devlet istirdat politikası uygulayıcılarını hain ilan edecektir. Proje, kurtarılan topraklarda bir meclis teşkili ve cumhuriyet şeklinde bir devlet kurulması ve bu devletin esas devlete bağlanma kararı alarak kendini fesh etmesiyle sonuçlanacaktı.
Nitekim, 15 Mayıs 1919da Erkan-ı Harbiye Reisi Fevzi Paşa, Harbiye Nazırı Cevat Paşa ve Mustafa Kemal arasında yapılan, Fevzi Paşanın Üçlü Misak adını verdiği 5 maddelik görevlendirme belgesinin 3 ve 4üncü maddeleri bahsettiğimiz istirdat projesine işaret etmektedir.
3-İstanbul Hükûmeti tamamen İşgal Kuvvetlerinin elinde esir olduğundan buradan verilecek emirlerin icra edilmemesi.
4-Milli galeyandan istifade olunarak (Kuvayi Milliye) teşkili ve Milli İdare vücuda getirilmesi.
Mustafa Kemal Paşanın Samsuna gönderildikten sonra, 14 Haziran 1919 tarihinde Havzadan Padişaha çektiği telgraf, tam da bu projeye uygun hareket edildiğini göstermektedir.
Son huzur-ı şahanelerinde şerefmüsûl duyurulduğumda (kabul edildiğimde) İzmir Vaka-i mülimesinden (elim İzmir vakâsından) pek mahzun olan kalb-i hümayunlarının bu nokta-i necâta ait ilhâmâtı ve bu anda dahi hafıza ârâ-yı intibâhımdır (kurtuluş noktasında verdiğiniz ilhamlar hafızamda hala canlıdır). İlkâ-yı mülkdârilerinden mülhem azm-i iman ile vazife-i âcizanemde müdavim bulunuyorum. (Şahsınızdan aldığım ilham ile azm-i iman ederek vazifeme devam ediyorum)
Bin-netice bariz bir surette tahakkuk ediyor ki millet baştan aşağı uyanık olup istiklâl-i millet ve devleti ve hukuk-ı âliye-i saltanat ve hilâfeti teyit için kavî bir azim ve iman ile mücehhez bulunuyor. İstanbulda iken milletin bu kadar kuvvetli ve az vakitte felaketlerden bu derece müteyakkız olduğunu tahayyül edemezdim.
Eğer icbâr edilirsem (zorlanırsam) memuriyet-i âcizânemden istifa ederek kemakân Anadoluda ve sîne-i millette kalacağım ve vezâif-i vataniyeme bu kere daha sarîh hatvelerle (açık adımlarla) devam edeceğim. Ta ki mazhar-ı istiklâl ve saltanat ve hilâfet-i muazzama-i hümayun masun-ı indirâs (saltanat ve hilafet makamı mahvolmaktan uzak) olsun. Lâyezal-i sadâkat-i abidânemin daima mütezâyid olduğuna (zeval bulmaz kulluğumun daima artarak devam edeceğine) itimâd-ı şahânelerini arz ve istirhâma mücâseret (cesaret) eylediğim muhât-ı ilm-i âli buyruldukta ol bâbta. Üçüncü Ordu Müfettişi Fahri Yaveri Hazret-i Şehriyarileri Mustafa Kemal
İşgal kuvvetleri tarafından tazyik altında bulundurulan Damat Ferit hükümeti tarafından 8/9 Temmuz gecesi, daha önce öngörüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşanın görevinden azledildiği kendisine bildirdi. Üçlü mutabakatta tayin edildiği üzere Ankarada 23 Nisan 1920de Meclis açıldı ve Milli bir İdare kuruldu.
Ancak, tipik istirdat projesine göre tesis edilen milli idarenin şartlar olgunlaşınca esas devlete bağlanması ve kendisini fesh etmesi gerekirken bu defa tersi oldu. Anadoludaki yeni teşkil edilen idare Osmanlı Hükumetini ve Hilafeti yutarak yok etti.
Cumhuriyet Döneminde İstirdat Politikaları
Kurulan Türkiye Cumhuriyeti de istirdat politikalarını miras olarak Osmanlı Devletinden devralmıştır. Ancak, bu dönemdeki istirdat politikaları, Osmanlı Devletinin Müslüman ahaliyle meskûn yerlerin gayrimüslim işgalinden kurtarılmasına dayalı politikanın daraltılmış şekli olarak Türklerin yaşadığı bölgenin anavatana bağlanması ya da himayesi altına alınması şeklinde uygulanmıştır. Hatayın 1938de istirdadı ile Kıbrıs Adasında yaşayan Türklerle meskûn bölgenin 1974 yılında istirdadına yönelik politikalar bu devamlılığı açıkça göstermektedir.
Hatayın İstirdadı
9 Kasım 1918de İngiliz birlikleri Mondrosun 7. Maddesine dayanarak Sancakı işgal ettikten sonra, Sykes-Picot anlaşması gereğince bölgeyi Urfa, Antep, Adana ve Mersini de işgal etmiş olan Fransız birliklerine bırakmışlardı.
Uluslararası meşruiyet kazanmak isteyen Ankara Hükumeti, ilk uluslararası anlaşmayı 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzaladı ve Ankara itilâfnamesi adı verilen bu anlaşma ile Misak-ı Milli sınırları içinde kabul edilen Sancak bölgesini Fransaya bıraktı. Bu itilâfnamede, İskenderun Sancağı Suriye’den ayırarak ayrı bir statüye tabî tutuyordu. Anlaşmanın 7. maddesine göre, bu bölgenin Türk ırkından olan sakinlerinin kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıktan faydalanacağı ve Türk parasının orada resmî mahiyet taşıyacağını öngörülmekteydi.
29 Eylül 1923te, Milletler Cemiyeti tarafından onaylanan, Suriyenin, Fransanın mandası olmasına ilişkin antlaşma yürürlüğe girdi. Fransa ilk iş olarak, Suriye ve Lübnanı; Halep, Şam, Lübnan ve Alevi Lazkiye devletleri adı altında dörde böldü. Bunlara ek olarak da Halepe bağlı İskenderun Özerk Sancağını kurdu. Bir yandan tüm bu toprakları Böl ve Yönet ilkesine göre Suriyeden ayırırken, diğer yandan her devlet içinde kendi yönetimine bağlı bir merkezileştirme süreci işletiyordu. Bu durum genel bir memnuniyetsizliğe yol açtı ve 1925de Arap milliyetçileri giderek tüm bölgelere yayılan bir ayaklanma başlattılar. Söz konusu ayaklanmayı bastıran Fransa, 1 Ocak 1925te Halep ve Şam devletlerini birleştirdi. Bundan bir gün önce de, Sancaka ilişkin bir kararname yayınlayarak, bölgenin Suriye devletine yani Şama bağlandığını bildirdi.
İngilterenin bölgede manda yönetimlerinin sona ermesinin zorlamasıyla, 8 Eylül 1936da Fransada Suriye’deki manda idaresine son verdi. Ancak mandayı sona erdiren anlaşmada Sancak’ın durumundan söz edilmiyordu. Bu durum Türkiye’de, Sancak’ın kaderi hakkında genel bir kaygı uyandırmıştı. Türk Hükümeti, 6 Ekim 1936’da Milletler Cemiyeti Asamblesinde ve daha sonra 9 Ekim 1936’da da Fransa’ya verilen bir nota ile Türk görüşünü şöyle bildirmişti:
“Fransa mandası çerçevesi içerisinde Suriye ve Lübnan’ın elde ettiği tekamül doğru ve haklı bir benzeyiş sebebiyle, İskenderun ve Antakya’ya da teşmil edilmelidir ve tâbi oldukları vesayetten sonra Suriye ve Lübnan’a bahşedilen istiklâl İskenderunun muahedat ile müstefit olacağı geniş otonomiden sonra bu mıntıka içinde tanınmalıdır.
15 Nisan 1938de yapılması öngörülen seçimleri düzenlemek ve denetlemek üzere Milletler Cemiyeti tarafından Sancaka gönderilen Seçim Komitesi 1937 yılında çalışmalarını sürdürdü. Seçim Komitesinin Ankaraya danışmaksızın bir Seçim Yönetmeliği hazırlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine göndermesine sert tepki gösteren Türkiye, 23 Aralık 1937de, 1930 tarihli Türk Fransız Dostluk Antlaşmasını feshetti. 29 Mayıs 1938de hastalığı giderek ağırlaşmasına rağmen Atatürk güneye ordu denetleme gezisine çıkarak Mersin ve Adanaya gitti. Mayıs 1938de Türkiye hududa 30.000 kişilik bir kuvvet yığdı.
Almanya’nın 1938 Martı’nda Avusturya’yı ilhakı karşısında Fransa, Mihvere karşı Doğuda kuvvetli bir Türkiye’ye ihtiyaç duyuyordu. Boğazların da Avrupa’da artan kriz ve uyuşmazlıklar sebebiyle önemi de artmıştı. Haziran 1938’de Antakya’da Türk ve Fransız Askerî heyetleri arasında yapılan görüşmeler sonucu, 3 Temmuz 1938’de anlaşma imza edilerek Hatay’ın toprak bütünlüğü ile siyasî statüsünü korumak amacı ile her iki devlet 2500 er kişilik askerî kuvvet göndermeyi kabul ettiler. Bu anlaşma daha yürürlüğe girmeden, 29 Haziranda toplanan Hatay Meclisi oy birliğiyle Türkiyeye katılma kararı aldı. Fransız askerleri Hataydan çekildiler. Bu mutabakat sonucunda Türk ordusu 4 Temmuz 1938’de Hatay’a girdi. Yapılan seçimler sonucunda Meclis 2 Eylül 1938’de ilk toplantısını yaptı ve bağımsız Hatay Cumhuriyetini ilân etti. Daha sonra uluslararası süreç ikmal edildi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi 7 Temmuz 1939 tarihli bir kanun ile Hatay ilini kurup Türkiyeye bağlanma işlemini hukuken gerçekleştirdi.
Kıbrısın İstirdadı Politikası
93 Harbinde (1877/1878) İngiltere Krallığı, Rus ordularının geri püskürtülmesinde yardımcı olmak vaadi karşılığında Kıbrıs Adasını Osmanlı Devletinden kiralamıştı. Böylece İngiltere, Süveyş Kanalına yakın bir ada üzerinden Hindistana giden yolun güvenliğini garantiye almış oluyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun 1. Dünya savaşına Almanya yanında katılması üzerine, İngiltere Bakanlar Kurulu 5 Kasım 1914 günü hem Osmanlı Devletine resmen savaş ilân etti hem de Kıbrıs’ ı ilhak kararı aldı ve her yıl ödemesi gereken 92.799 sterlin kira ödemesini durdurdu. İngiltere savaşın sonlarına doğru, 27 Kasım 1917’de yayınladığı bir “Krallık Konseyi Emri” ile, ada halkına İngiliz vatandaşlığına geçmeleri için iki yıllık bir süre tanıdı. İngilizlerin bu haksız emrivakisi karşısında İngiliz vatandaşı olmak istemeyen binlerce Türk Anadolu’ya göç etti. 20 Temmuz 1923te kabul edilen Lozan anlaşmasının 20. maddesi ile Ada Türkiye tarafından hukuken de İngiltere’ye bırakılmış oldu.
Kıbrıs Adası, İngiliz Kraliyet Kolonisi olarak ilan edildi ve bu statü 1925-1960 yılları boyunca devam etti. Ocak 1950 tarihinde Rum Ortodoks Kilisesi, Kıbrıs Türk toplumunun boykot ettiği bir referandum düzenledi. Referandumun sonucunda, katılan halkın %90’ı Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi düşüncesi olan Enosis
lehinde oy verdi. Enosisi gerçekleştirmek isteyen Rumlar silahlanmaya başladılar. Yunan Devleti, 1955 yılında kurduğu EOKA teşkilatı vasıtasıyla, Kıbrısı ilhak etme ve Enosisi gerçekleştirme peşine düşüp, adada yaşayan Türk halkına karşı şiddet eylemelerine başladı.
Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlunun Genelkurmay 2. Başkan Orgeneral Salih Coşkuna teklifi üzerine, Türk halkının can ve mal varlığının korunması amacıyla gizli bir teşkilat kurulması kararlaştırıldı. Bu işle vazifelendirilen Daniş Karabelen Paşa, direniş örgütünü projelendirmek üzere Binbaşı İsmail Tansuyu görevlendirdi. İsmail Tansu hazırladığı projenin adını (KİP) koymuştu. İsmail Tansu, projeyi Genelkurmay İkinci Başkanı Cevdet Sunaya sunduğunda Cevdet Paşa projenin kapağındaki KİP rumuzunun anlamını sormuş, İsmail Tansu Bir ad koymak lazımdı bu projeye. Bu adı Kıbrısı geri almak anlamında olan istirdat Projesi olarak düşündük ve onun için de KİP dedik cevabını vermişti.
1958 Nisanında, Başbakan Adnan Menderesin onayı ile direniş örgütü Türk Mukavemet Teşkilatı (T.M.T.) kuruldu. O sırada, emekliliği gelen Daniş Paşa istifa ettirildi ve sivil olarak Özel Harp Dairesinin başında kalması ve (T.M.T.)yi yönetmesi sağlandı. Teşkilata alınan gençler anavatanda eğitildi, silahlı kuvvetler envanterinden hurda olarak çıkarılan silahlarla bu teşkilat techiz edildi. TMT 1958-1963 yıllarında uykuya yattı ve hiçbir iz bırakmadı. Uyku ve suskunluk hali, 21 Aralık 1963 gününe kadar devam etti. Bu tarihte yeraltından çıkan örgüt, 20 Temmuz 1974 tarihine kadar tarihi direnişini yaptı.
TMT nin gizli olarak kurulması nedeniyle, faaliyetlerinin pek çoğu devlet resmi kayıtlarına geçmeden, şifahen yürütülmüştü. Askeri depolardan çürük gösterilmek suretiyle alınan silahlar, Yassıada yargılamalarında Adnan Menderesin taraftarlarını silahlandırmak için kullandığı iddiasıyla suçlanmasına neden oldu. Fakat uykuda olan teşkilatı deşifre etmemek için ne Adnan Menderes ne de Fatin Rüştü Zorlu hakikati açıklamadılar. Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunaydan başka, hiçbir Milli Birlik Komitesi üyesi teşkilatı bilmiyor, TMTyi Adnan Menderesin gizli sivil örgütü sanıyorlardı. Neticede, bu istirdat politikasının fikir babası olan sivil siyasetçiler idam sehpasına yollanırken, T.M.T.nin kurucu ve yönetici kadroları da 1960 darbesini yapan resmi otorite tarafından tasfiye edildiler.
Bu teşkilatın örgütlediği direniş hareketi 1974 Kıbrıs Harekâtına kadar faaliyetine devam etti. 1974 harekâtı ile Kıbrısın Yunanistana ilhakı önlendi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurularak, Türklerle meskûn kısmı istirdat edildi.
Sonuç
Yazımızda bahsettiğimiz istirdat politikalarının, Osmanlıdan Cumhuriyete intikal eden ve devamlılık gösteren devlet politikası olduğu görülmektedir. İstirdat politikasının muhatabı ve çerçevesi, konjonktüre ve hâlihazırdaki devletin hedeflerine göre farklılık göstermektedir.
Türkiyenin ilgi alanına giren coğrafyadaki muhtemel devlet yapılanmalarının, dost ya da hain tanımlamalarının bu politika çerçevesinde yeniden düşünülmesi ve değerlendirilmesi gözden uzak tutulmamalıdır.
Not: Stratejik Düşünce Dergisinin 61inci sayısından alınmıştır.
*Bu yazı 11 Ocak 2015 tarihinde Haber10 sitesinde yayınlanmıştır.